galatasaray

türkiye futbol federasyonu yayınları tarafından hazırlanan türk futbol tarihi eserinde, aşağıdaki yazıda yer almıştır.

bir türk takımı doğuyor

Bu yolda ilk cesur adımlar, Mekteb-i Sultani (galatasaray lisesi) öğrencileri tarafından atılmıştı. Pek çoğu kadıköy yakasında oturan ailelerin çocukları olan bu gençler, tatil günlerinde mesire yerlerinde, çayırlarda, hiçbir kurala ve düzene tabi olmadan ayak topu oynamaya başlamışlardı. Hatta Abidin Daver’in anılarında naklettiği gibi; top, Mekteb-i Sultani’nin kapısından içeri ilk kez 1900 yılında girmişti. Öğrenciler, okulun “Grand Cour” adıyla anılan büyük avlusunda, kalabalık guruplar halinde bir topu tekmelemek suretiyle “ayak topu” oynamaya çalışmışlardı. En başarılı sayılanlar ise, ayaklarıyla vurdukları topu en yüksek noktalara kadar diklemesine çıkaranlardı. Ancak ne var ki bu gençler, bu oyunu kurallarına göre oynayabilmek için de can atmaktaydılar. Nihayet 20 Ekim 1905 günü Mekteb-i Sultani’nin 10. sınıf öğrencilerinden bir grup, arkadaşları ali sem yen’in önayak oluşuyla, Edebiyat öğretmeni Mehmet Ata Bey’in dersi sırasında bur kulüp kurmuşlardı. Ve o günden sonra bu gençler tamamen bilimsel bir yaklaşımla bu işe sarılmışlar ve futbolu kurallarına göre oynayan bir takım ortaya çıkarmışlardı.

Daha sonra “Galatasaray” adıyla anılacak bu takım, 1905-1906 sezonunda üçüncüsü yapılan “İstanbul Futbol Ligi”ne katılan ilk Türk takımı olmak gibi ölümsüz bir şerefe erişmişti. Galatasaray ilk kez katıldığı ligde Kadıköy, Moda ve Imogene takımlarının arkasından dördüncü olurken Rumların elpis takımını gerisinde bırakmıştı.

1906-1907 sezonunda kadrosunu biraz daha güçlendiren ve forma renklerini Sarı-Kırmızı’ya dönüştürmüş bulunan Galatasaray bu ligde biraz daha toparlanmıştı. 1906-1907 İstanbul Lig şampiyonluğu’nu Moda takımı kazanırken Kadıköy ikinci, bu iki takımla 1-1 berabere kalan Galatasaray üçüncü olmuştu. Dördüncülüğü Elpis, Beşinciliği de Imogene takımları almışlardı.

kaynak: Türk futbol tarihi
türkiye futbol federasyonu yayınları
cilt:1 haziran 1992
sayfa: 15
https://www.arsivsozluk.com/d/53
Devamını okuyayım...
disco
0

arşiv sözlük

buraya manifesto gelecek. :)
arsivsozluk
0

amiga

avrupa amiga'yı bekliyor

ses ve grafik özellikleriyle "üstün" bir bilgisayar olarak nitelenen amiga, abd dışındaki ilk yolculuğuna hazırlanıyor. commodore'un pazarlama planına göre amiga, haziran ayı ortalarında, heyecanla beklendiği avrupa'da da bilgisayar meraklılarının karşısına çıkacak.

bugün pazarlaması bile bilgisayar dünyasında olay yaratan amiga, üç yıl önce mütevazi bir proje olarak doğmuştur. hi-toro şirketini kuran abd'li yatırımcılar başlangıçta küçük bir ev bilgisayarı modeli geliştirmeyi planlıyorlardı. amaç, video oyunları salgınlarından yararlanarak, bilgisayarları gibi küçük bir pazar payı kapmaktı. atari'den transfer edilen tasarımcı jay miner'ın yönetimindeki ekip projeyi gerçekleştirme aşamasına yaklaşırken, ortaya çıkacak ürünün herhangi bir ev bilgisayar olmayacağı da yavaş yavaş anlaşılıyordu. bu arada yeni model için isim bile bulunmuştu; latin dillerinde "arkadaş" anlamına gelen "amica"... ne var ki, bu isim başka bir firma için tescil edilmişti. "c"nin yerine "g" gelmesine karar verildi, yani "amica" "amiga" ya dönüşüverdi.

toplam 43 kişinin çalıştığı küçük bir işletme olan ve parasal açıdan joystick satışlarına bel bağlayan hi-toro'nun yapısı, yeni projenin yükünü kaldıramıyordu. amiga, basit ve ucuz bir model olmayacaktı, üstelik eldeki teknoloji üretim maliyetlerini düşürmeye elverişli değildi.

hi-toro'nun kurucuları "tamam mı, devam mı" diye düşünürken devreye commodore firması girdi. amiga'yı projeleri ve tüm personeliyle 25 milyon dolar karşılığında devralan commodore, jay miner'ın ekibine geniş bir çalışma alanı yarattı. chip üretimindeki mos teknolojisiyle düşük maliyet imkanı da, amiga'yı yeni patronlarının desteğinde daha sağlam bir temel oturtmuş oldu; çalışmalar yeniden hızlandı.

sonuç malum: amiga... ses ve grafik potansiyeliyle bilgisayar dünyasında haklı bir başarı kazanan ve abd'de "iyi satan" bu model, dünya pazarlarında da aynı parlak çizgiyi sürdürebilecek mi? şimdilik amiga'nın dününü bugününü bilmekle yetinelim ve "avrupa macerası"ndan haberler için haziranı bekleyelim.

commodore dergisi, mart 1986
sayı 1, sayfa 10
https://www.arsivsozluk.com/d/37
Devamını okuyayım...
disco
0

soldiers: heroes of world war ii

oyun hakkında, volkan akaalp tarafından, progamer dergisinde ön inceleme yazısı yayımlanmıştır.

tarihte bu kadar savaş olmasaydı oyun yapımcıları ne yaparlardı bilemiyorum. işte yapılan savaşların en büyüğü, belki de en çok kan döküleni yani ikinci dünya savaşı bir kez daha konu alınarak rts türünde yeniden, codemasters aracılığıyla strateji severlere sunulacak. soldiers: heroes of the world wide 2 aynı zamanda commandos 3, hidden and dangerous 2 ve sensible software'in klasiği olan cannon fodder gibi oyunlarla da benzerlik gösteren bir taktik oyunu. aynı anda birbirinden farklı bu kadar çok oyuna benzetmem garip gelebilir ama yazının tamamını okuduğunuzda hak vereceksiniz.

soldiers'a birliğimizdeki bir avuç askerle başlıyoruz. tipik olarak birliğimizde 3 ya da 4 bölük kalmış oluyor. oyunda başladığımızda pek de verimli silahlara sahip olamayacağız, fakat öldürdüğümüz düşmanlarımızın silahlarını toplayabilme şansımız var ya da çevrenize dikkatle bakarsanız başka silahlar da bulabileceksiniz. oyunda 25'ten fazla silah seçeneğimiz olacakmış. bıçaktan makineli tüfeğe, sniper'dan molotof kokteyline kadar savaş ortamında ihtiyaç duyabileceğiniz ne varsa (matara hariç olabilir) oyuna eklenmiş. oyundaki hiçbir askerin uzmanlığı yok ve ne yazık ki kendi birliğimizi yaratıp istediğimiz şekilde silahlandıramıyoruz.

sinsice ona doğru sürünürken...

soldiers: heroes of the world war ii'nin iddiali olduğu alanlardan biri gerçekçilik. tıpkı call of duty'deki gibi soliders'da da savaşı bizzat iliklerinizde hissedeceğimizden söz ediliyor. oyunda, hidden and dangerous 2'de olduğu gibi kontrol sistemlerini değiştirerek tüm askerlerimizin hareketlerini zaptetmek çok daha kolay hale gelecek. daha iyi oynamak için karışık manevralar yapmamız ya da görev içindeki alt görevleri yerine getirmemiz gerekecek. genellikle askerlerimizin hepsini kontrol etmek zorunda kalacağız, taa ki onlar kendilerini doğru düzgün savunmayı öğrenene kadar.

codemasters'ın yapımcısı callum godfrey, soldiers'ta gizli hareketlerin ne kadar etkili olabileceğine dikkat çekiyor. anlayacağınız, bu aynı zamanda gizliliğin de çok ön planda tutulduğu, düşmanlarınıza "allah allah!" nidalarıyla girişmenin yersiz kaçacağı türden bir oyun. üçüncü şahıs bakış açısına geçerek birliğinizden tek bir askerin kontrolünü üstlendiğinizde adamınıza örneğin düşmana sessizce arkadan yaklaşıp boğazına bıçağı dayamak gibi hareketler yaptırabileceğinizi, sürünerek ilerlemenin, gölgeleri kullanmanın, kalabalık bir üste sessiz silahlar kullanmanın oyunun özünü oluşturduğunu belirtelim.

soldiers'taki boşluklardan biri de araç çeşitliliği. her biri incelikle tasarlanmış, ikinci dünya savaşı ortamına yakışan tam 105 araç bulunacak oyunda ve biz tümünü kullanabileceğiz, tabii elimize geçerlerse. çünkü birçok aracı kullanabilmek için önce onu kullanan düşmanı ortadan kaldırmanız gerekiyor. gta'nın biraz daha riskli olanı! ayrıca araçlar sadece görünüşleriyle değil fizik, hasar ve ses efektleriyle de son derece gerçeğe uygun olacaklar ama ses konusuna dikkat! araç kullanırken çıkacak sesler düşmanların duyacağı bir mesafedeyse küçük bir çatışmaya neden olabiliyor. o yüzden zaman zaman dizlerinizin üstünde yürümeyi bir jipe atlamaya tercih edebilirsiniz. ayrıca düşmanlarımız uzun çimlerin ve çalıların arkasına sakladığımız askerlerimizi fark edip onları öldürmeye teşebbüs edebiliyorlar, tabii ki bu aralarındaki mesafeye göre de değişiyor.

geceleri daha iyi çalışırız

araçlarla ilgili dezavantajlar sadece bize has değil elbette. oyunun bu noktada bize haksızlık edip yapay zekaya torpil geçmeyecek olması güzel bir şey. şöyle ki, durdurmaya çalıştığınız bir düşman birliği bir araca doluşmuş kaçarken doğrudan lastiğe ateş edip onları yavaşlatabilir ya da kaza yapmalarına neden olabilirsiniz. film ve oyunların fizik kuralları arasına girmeyi bir türlü başaramayan bu türk "gerçek hayat" efektlerinin oyuna yedirilmiş olacağı söyleniyor. bir örnek daha; "headshot" hepimizin sevdiği şık bir harekettir değil mi? soldiers'da da öyle ama eğer düzgün nişan almadıysanız düşmanın beynini değil sadece kaskını uçurma ihtimaliniz de var!

oyunda kullanacağımız araçlar sırf kara aracı değil, ilerleyen bölümlerde almanlar'ın ikinci dünya savaşı'nda kullandığı uçakları da kullanma şansımız olacak. tabii onları çalacak cesarete, yeteneğe ve sabıra sahipsek. yapımcılar, büyük araçları ele geçirmenin küçüklere göre daha zor olacağını söylüyor. yani bir gündüz vakti, güneş tepede parlarken küçük bir tank(!) çalmayı başardınız diye uçakları da aynı şekilde gasp edebileceğinizi sanmayın. belki de geceyi beklemek en iyisi olacak. oyunu gerçekçi yapan yanlarından birisi de bu, o yüzden zamanın geçmesini beklerken söylenmeyin. ayrıca ekipte bir pilotunuz yoksa boşa heves etmemeniz gerekiyor.

suyu bulandırmayın dedim

soldiers: heroes of the world war ii'de gece görevleri, en önemli ve gizli hareket edilmesi gereken görevler olarak çıkacak karşımıza. bu, aynı zamanda oyunun en eğlenceli bölümlerinin de gecenin karanlığında yapılması gerekenler olduğu anlamına geliyor. yapımcılar bu noktada, askerler üzerindeki kontrolünüzün ne kadar sağlam olduğunun da test edileceğini söylüyor. yani karanlık bir yolda yaya olarak ilerleyen ekibiniz, bir tanesinin yanlış bir yola sapması yüzünden topluca tehlikenin ortasına düşebilecek. çünkü düşman toprakları gözcülerle ve commandos'tan aşina olduğumuz "alarm! alarm!" çığırtkanlıklarıyla dolu olacak. sadece üslere yaklaştığınızda değil, küçük köylerin içinden geçerken de nefesinizi tutmanız gerekiyor çünkü (bizden duymuş olmayın ama) köylüler de düşmandan yana ve perdeleri kapalı, ışıkları sönük de olsa evlerinde, kapının yanında oturmuş, küçük bir sakarlık yapmanızı bekliyorlar. o an geldiğindeyse bir anda ışıklar parlıyor, silahlı köylüler üzerinize atlıyor. bu hikayenin ne kadarının gerçek olacağını şimdilik bilemiyoruz tabii ama eğer anlatılanlar doğru çıkarsa soldiers'ın tek kişilik görevlerini yaparken epey terleyeceğinizi ve mesela öksürmek için bilgisayar başından kalkıp, evin uzak bir köşesine gitme ihtiyacı duyacağınızı şimdiden söyleyebiliriz. tabii oyun kendimizi o atmosfere kaptırmamıza yetecek kadar güçlü olursa.

soldiers: heroes of the world war ii, çeşitli multiplayer modlarına da sahip olacak. üzerlerinde uzun süredir çalışılan ve her oyuncunun kendine özel stratejiler geliştirmesine olanak sağlayacak özelliklere sahip haritalarda, ister arkadaşlarınızla birlik olup karşı tarafı son gücünüzle çökertmeye çalışın, ister deathmatch modunda birbirinizi toprağa gömün, seçim sizin olacak.

tüm bu anlatılanların ötesinde, bence bu oyunun en etkileyici yanı fiziklerinin çok başarılı olması. oyundaki tüm ağaçlar rüzgarın estiği yönde hareket edecek ve gölgeler son derece gerçekçi olacak, askerlerin ve araçların gölgeleri suda dalgalanacak. su demişken, eğer askerimiz suya bakakaldıysa, serinlemeleri için suya girmelerini de sağlayabiliyormuşuz. codemasters teknik özellikleri gibi insanı yanları da öne çıkan bir oyun üzerinde. umarız bu yaratıcı fikirlerinden vazgeçmezler.

volkan akaalp
progamer dergisi - 29. sayı - issn: 1304-3811
sayfa 6-7
https://www.arsivsozluk.com/d/32
Devamını okuyayım...
disco
0

bandung konferansı

yıllarboyu tarih dergisi, mayıs 1978 tarihli 2. sayısında, sadi koçaş tarafından aşağıdaki yazı yazılmıştır.

Konferans 18-24 Nisan 1955'te yapıldı. Amaçlarının, dünyada ağırlık kazanmak olduğu açıklanmıştı.

Türkiye'yi Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı fatin rüştü zorlu başkanlığında bir heyet temsil ediyordu. Sayın Zorlu yaptığı konuşmada:

"Özellikle komünizm tehlikesi' üzerinde durmuş ve tarafsızlık politikasını kınamıştı. "Tarafsızlık politikasının doğuracağı sonuçlara bir örnek olarak, iyi niyetli fakat zorla yanlış yola sürüklenen çekoslavakya'yı göstermiş ve orta yol politikasının aynı sonucu doğuracağını belirtmişti. Ayrıca: "Hürriyet, istiklal ve barış hiç bir gayret sarf etmeden elde edilen nimetler değildir. Başarılması ve savunulması ağır sorumluluklar yükleyen ideallerdir. Bu gerçekleri idrak edemeyen zayıf bir karşı koyma ve tehlikeye göz yumarak güvenliğin elde edilebileceğini sanma, bütün bu bağımsızlar topluğunu tehlikeye düşürecek bir tutum olur. nato, balkan paktı, Türk-Pakistan, Türk-iran ve güney doğu asya savunma paktı gibi örgütlerin sebebi, başkalarının saldırma tehlikesidir. Eğer bu gün barış ve güvenliğin sağlanacağı ümidine sahipsek. bu, birlik ve hürriyeti seven insanların işbirliği ile sağlanan kuvvetin, tecavüzlerin başarıya ulaşamayacağını göstermesindendir ” demişti.

Siyasi komite toplantılarında Türkiye'nin de bulunduğu ırak ve pakistan grubuyla, hindistan'ın önderlik ettiği çin halk cumhuriyeti ve Mısır arasında geniş görüş ayrılıkları çıkmıştı. Birinci gruba 12, ikinci gruba 11 devlet dahildi. colombo konferansı devletlerinden Pakistan ve Seylan birinci, Hindistan, Birmanya ve Endonezya ikinci gruba dahildi. Arap devletleri ikiye bölünmüşlerdi. Irak, Ürdün, lübnan ve libya birinci, Mısır, suudi arabistan, Suriye ve Yemen ikinci grupla beraberdi.

Konferansta en çok dikkat çeken husus, Türkiye ile Hindistan arasında geçmişti. Bu gün buna bir nevi "Üçüncü Dünyanın Liderliği Mücadelesi” bile diyebiliriz. Nehru çok sert bir konuşma ile Fatin Rüştü Zorlu'ya cevap vermiş, "NATO, sömürgeciIiğinden kudretli koruyucularından biridir” (2) demişti.

Türkiye ise, tarafsızlık politikasının karşısına çıkmış, bırakın liderlik mücadelesini, böyle bir grubun doğmasını önlemeye çalışmıştır. Bu tutum konferansa katılan üyelere "Türkiye Batı'nın savunucusudur” izlemini vermişti. Ve bu ülkelerin gözünde Batı, haklı olarak, sömürgeciliğin ta kendisiydi. Bu yüzden üçüncü Dünya Devletleri, Türkiye'nin tutumundan memnun olmamışlardı. Bandung konferansından sonra, "Üçüncü Dünya” devletlerinin en etkilileri üzerinde, o zamana kadar ki saygınlığımızı kaybetmiştik. (2)

Bu işin iç yüzü daha sonra anlaşılmıştır. 1950 malî yılı bütçesi görüşüIürken, Zorlu söz almış ve "Bize düşen görev açıktı. Biz Bandung'a son dakikada dostlarımızın ricası üzerine gittik. Ve o politikayı savunduk" demiştir. Sanırım bu özrümüz, (varsa) kabahatimizden daha büyüktü.

Bandung sonrasında bu devletler bir örgütleşmeye gitmemekle beraber, Birleşmiş Milletler'de yeni ve etkili bir blok oluşturmuşlardır. Biz de doğal olarak bu bloka katılmakla beraber, yıllarca onların içinde Batı'yı savunmaya, batının sözcüsü gibi harekete devam ettik. Buna karşın, grupla hiç ilgisi olmayan bir tarafsız Avrupa ülkesi, Yugoslavya, sanki bir Asya ya da Afrika ülkesi gibi grup içinde etkili olmaya, hatta grubun lideri durumuna gelmeye gayret etmiş ve bir ölçüde de başarılı olmuştur.

Bir süre sonra, Başbakan adnan menderes, bir yabancı Basın Ajansına: "Bugüne kadar örnekleri ile görmüş bulunuyoruz ki, Sovyetlerin ileri sürdükleri Coexistence pacifigue) nazariyesi bizim anladığımız anlamda (yani milletlerin ve devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaları, herkesin hak, hürriyet ve istiklaline ve toprak bütünlüğüne tam bir riayet içinde) bir barış ve geçim rejimi değil, bir milletin ötekine hâkim olması karşısında, tahakküme maruz kalanların buna katlanması şeklinde oluşmaktadır. Bu vaziyette ya tabi olmak, yahut da kendimizi savunmaya kararlı olmak şıklarından birini seçmek zorunluğu vardır. Tarafsızlık diye üçüncü bir şık yoktur." (3) demiştir.

Bu sözlerden anlaşıldığına göre, o zaman bile "üçüncü Dünyanın müstakbel gücünü görememiş, kabul etmemiş ve "Üçüncü Dünya” da -liderlikten vazgeçtik- sözü geçen bir devlet olma olanağı da bu suretle kaybedilmiştir.

ve cezayir

bu konuda kaçırdığımız ikinci bir fırsat daha vardır. 1955 yılında birleşmiş milletler genel kurulu'nda cezayir sorununun gündeme alınması, asya-afrika grubu tarafından istenirken, biz nato üyeliği hatırı için, aksi oyu kullandık.

Halbuki aynen bizim gibi NATO ve Balkan Paktı üyesi olan, Asya ve Afrika'Iılıkla hiç ilgisi bulunmayan ve tarihi boyunca Batı'nın himayesi ile yaşamını sürdüren Yunanistan, Asya ve Afrika devletleriyle beraber oy kullanmıştı.

1957 de Birleşmiş Milletlerde yine Asya ve Afrika grubu tarafından yapılan Self-Determinasyon teklifinde de çekimser oy kullandık. 1958 de aynı tutumda ısrar ettik. Zorlu, 1959
başında yaptığı bir konuşmada: Cezayirlilerle Fransa'nın
aralarındaki bu meselenin müzakereler yolu ile dostane bir
şekilde halledilmesini temenni etmekteyiz” (4) demiştir. Bu söz, yani Fransa'nın desteklenişi, bize "Üçüncü Dünya'nın sözü geçen üyesi olmak olanağını bir kez daha kaybettirmiştir.

işte sanırım, inönü'nün "NATO'ya girişimizden sonra izlediğimiz dış politika, yıllar yılı düşündüğümüzün tam tersi idi. Kraldan çok kral taraftarı olduk.” deyişinin nedenleri bunlardı.

sonuç

1965 yılında Kıbrıs politikamızı Arap devlet başkanlarına ve kamularına anlatmak ve Birleşmiş Milletler'de desteklerini sağlamak için gittiğimizde hatalarımız hep yüzümüze vurulmuştur. Sadece 27 Mayıs'tan sonra bunları telafi etmeye çalıştığımızdan başka bir şey söylememişizdir. (5)

Daha sonra Kıbrıs konusu Birleşmiş Milletler'de görüşülürken Üçüncü Dünya'nın çoğunluk oylarını kaybedişimizin nedenleri, bizim yıllarca ektiğimiz yanlış tohumların ürünü idi. üstelik körü körüne desteklediğimiz Batı'lı devletlerin çoğu da, cezayir meselesini kendilerine karşı oy kullanan yunanistan'ı bize tercih etmişlerdi.

Bibliyoğrafya:
(1) cevat şakir kabaağaçlı
(2) olaylarla türk dış politikası 1974 ankara. siyasal bilgiler fakültesi yayınları no:279 (3. baskı) sayfa 294-295
(3) a.g.e. sayfa 296
(4) a.g.e. sayfa 339
(5) atatürk'ten 12 mart'a, sadi koçaş, 1977 cilt 3, türk-arap ilişkileri

kaynak:
sadi koçaş
yıllarboyu tarih dergisi, mayıs 1978, sayı:2, sayfa 10-11
https://www.arsivsozluk.com/d/51
Devamını okuyayım...
disco
0

dbase ii

1977 yılında wayne ratliff veri yönetimi ve enformasyon elde edilmesi konuları üzerinde Jet Propulsion Laboratuvarında çalışmalar yapıyordu. Bu program, ilk olarak büyük sistemler için yazıldıysa da, birkaç sene içinde Ratliff tarafından kişisel bilgisayarlara uyarlandırılıp, geliştirildi. 1979’da Vulcan adını verdiği bu programı byte Dergisi’nde yayınladı. 1980’de george tate ve george lashlee tarafından hakları satın alınıp, ismi dBase ii olarak değiştirildi. Daha sonra, programın pazarlanabilmesi için Ashton-Tate firmasıyla anlaşmaya varılınca, kısa bir sürede mikrobilgisayar dünyasındaki lider veri tabanı yönetimi programı durumuna geldi. İsmi dBASE ii olmasına karşın daha önce dBASE i versiyonu asla yaratılmamıştı.

bilgisayar ansiklopedisi - 1991 - milliyet
sayfa: 33

https://www.arsivsozluk.com/d/11
Devamını okuyayım...
disco
0

süheyl ünver

kurucusu olduğu tıp tarihi enstitüsü için, temmuz 1966'da hayat tarih mecmuası'na röportaj vermiştir.

#23
disco
0

caesar 2

mahmut başaran, şubat 1996'da pc oyun dergisi'nde incelemesini yapmıştır.

önsöz

merhaba oyun kurtları. pc oyunun yeni bir sayısında yepyeni bir oyunla tekrar birlikteyiz. geçen ay sizlere ulaştırdığımız command & conquer bombasından sonra bu ay da caesar 2 bombasını ulaştırdık (endişelenmeyin bu bombada virüs yok.)

oyunumuz geride bıraktığımız 1995 yılının sonlarında piyasaya sürülmüş mükemmel bir strateji oyunu. yapımcı firma impressions gerçekten de iyi bir iş çıkarmış.

konu

caesar 2 mükemmel grafiklere sahip bir strateji oyunu. konu olarak piyasadaki soydaşlarından çok büyük bir farklılık göstermiyor. yapmanız gereken tek şey kendinize bir şehir kurmak ve şehrinize saldıranları yok etmek.

artılar

caesar 2 tek kelime ile mükemmel bir oyun. oyundaki grafikler muhteşem. bütün grafikler svga modda hazırlanmış. eğer bu oyunu alırsanız, oyun içindeki mükemmel animasyonları görebilirsiniz. programcılar, oyunun içine herkesin bayılarak oynadığı civilizations oyunundakine benzer bir ansiklopedi koymuş. ama bu ansiklopedi civilizations'dakinden çok daha kaliteli. (ansiklopedi de roma çağından kalma resimler görebilirsiniz)

caesar 2 sadece bir şehir kurma oyunu olarak kalmıyor ve size etrafınızdakilerle savaşma olanağı sağlıyor. bol sayıda yerleşim ve ticari bina kurma olanağı sağlaması da ayrı bir avantaj.

geniş, ayrıntılı ve kolay anlaşılabilir yardım dosyaları var. her an ulaşabileceğiniz yardım ikonu da güzel bir özellik. ama beni en çok etkileyen elektriğin henüz bulunmamış olması. simcity'de olduğu gibi oraya buraya elektrik çekmek zorunda kalmıyorsunuz.

herhalde oyunun bütün artılarını yazmamı beklemiyordunuz. böyle yapsaydım tüm dergi caesar 2 olurdu. hatta derginin adı bile caesar 2 olabilirdi.

eksikler

oyun mükemmel. ben hiçbir kötü yanına rastlamadım. helal olsun, iyi oyun yapmışlar. aldım oynadım, beğendim.

ortasöz

sezar 2 (caesar 2)yi yüklediğiniz zaman karşınıza oyunun ana menüsü çıkıyor. bu menüdeki başlıklar şöyle:

start a new game: yeni oyuna başlar.
load a previous game: önceden oynadığınız ve kaydettiğiniz oyunları yükler.
run the caesar 2 tutorial: oyunun nasıl oynanacağını gösteren öğretmeni çağırır.

bunlardan ilk seçeneği seçerek oyun menüsüne geçiyoruz. burada oyunun zorluk ayarını, modunu ve kendi adımızı seçiyoruz. oyunda toplam dört tane zorluk seviyesi var. bunlar zorluklarına göre sırasıyla novice (çaylak), easy (kolay), normal (biraz zor), hard (ustalar için), impossible (sezar manyakları için). oyuna ilk olarak başlıyorsanız novice modunu seçmenizi öneririm.

bu ekranda bulunan campaign seçeneği oyunun modunu ayarlamanızı sağlar. eğer bunu no olarak bırakırsanız, sadece şehir modunda oynarsınız. eğer yes moduna getirip bırakırsanız, sadece şehirle sınırlı kalmayıp eyalet hatta imparatorluk kurabilirsiniz. ayrıca bu ekranda bulunan isim seçeneği ile buraya kendi isminizi yazabilirsiniz. en son olarak start seçeneğine tıklayarak oyuna başlayın. ben yazımın bundan sonraki kısmını campaign moduna yes diyerek yazdım.

şimdi karşınıza üzerinde işaretler olan bayraklar gelecek. burada dört ayrı işaret, yani dört ayrı senaryo var. bunlar;

corsarica & sardinia: göreviniz sardinianın küçük adasını yönetmek. dış taraflarda bulunan kasabalardan bir tanesi henüz evcilleştirilmemiş. bu yüzden burayı yönetirken biraz dikkatli olun.

campania: yapılan seferler sonucunda burası roma imparatorluğuna bağlanmış bir yer.
illyricum: burada bulunan mineral kaynakları çok fazla değil.
cisalpine gaul: bu eyalet genel olarak sessizdir. ama siz yine gaullere karşı dikkatli olun.

bu senaryolardan bir tanesini seçerek oyuna başlıyoruz. sezar 2'de yazımın başında da belirttiğim gibi bir çok yerleşim yeri ve ticareti yeri kurmanız mümkün. bunların hepsine bakmak yaklaşık olarak on dakika kadar sürecektir. bunlar arasında ev, hastane, yol, tapınak, kule, köprü yapabileceklerinizden sadece birkaçı. bunları ayrı ayrı açıklamaya gerek duymadım. bunların ne anlama geldiğini siz kendiniz de kolaylıkla öğrenebilirsiniz. oyun ekranında bunlardan başka:

go to city: başkentinizi görüntüler.
go to forum: forumu görüntüler. burası önemli kararlar aldığınız, eyaletinizi yönettiğiniz ekrandır. yani bir anlamda sizin şatonuz.
province screen: eyaletinizin haritasını gösterir.

forum screen

forum ekranında bütün şehri ilgilendiren kararlar alıyorsunuz. burada imparator ile bağlantı kurabilir, endüstriyel performansınızı öğrenebilir, lejyonlarınızı (askeri birlikler) yönetebilirsiniz. buradaki başlıklar ve görevler şöyle:

oracle: imparatorluk oranınızı, barış oranını, mutluluk oranını ve halkınızın eğlenip eğlenmediğini grafikler ile gösterir.
scribe: nüfusunuzu, bütçenizi, halktan ve endüstriel kesimden topladığınız vergileri geçen yıllara göre gösterir.
merchant: sahip olduğunuz fabrikaların, limanların ne kadar verimli olduğunu gösterir.
centurion: elinizdeki lejyonların sayısını, grupları gösterir. lejyonlarınız ile ilgili ayarlamaları buradan yapabilirsiniz.
rome: imparator ile bağlantı kurmanızı ve ona avanta göndermenizi sağlar.
empire: imparatorluk haritasını gösterir.
help: forum hakkında bilgi edinmenizi sağlar ve forumdan nasıl faydalanabileceğinizi gösterir.
plebs: plebler sizin çalışan, alt kısım tabakanızı oluşturan insanlardır. pleblerin nüfusunuzda hiçbir etkileri yoktur ve sizin yaptığınız evlerde oturmazlar.
treasurer: adından da anlaşılabileceği gibi sizin hazinecinizdir. hazinenizin ne kadar dolu, ne kadar boş olduğunu buradan öğrenebilirsiniz.
personal advisor: kişisel danışmanınızdır. bir iş yapmadan önce bunun fikrini almanız daha iyi olur.

province screen

daha önce de belirttiğim gibi buradan eyaletinizin dıştan görünüşünü görüyorsunuz. ayrıca buradan cohortlarınızı (askeri deyim) yönlendirebilir, diğer şehirleri sizin şehrinize bağlayacak yollar yapabilir, deniz limanlarınızı oluşturabilirsiniz.

oyunun ana ekranı hemen hemen bu kadar. şimdi sırada savaş ekranı var. burayı ayrıntılı olarak yazdım. çünkü burası oyunun dönüm noktasını oluşturmakta. eğer yaptığınız savaşlardan yenilirseniz, hayatınız kayar. eyaletiniz tamamen yok olur.

savaş kontrolleri

düşmanlarınız ile savaşabilmek için her şeyden önce eyalet seviyesine (province level) ulaşmış olmanız gerekir. elbette, doğal olarak kendinize bir lejyon grubu oluşturmanız da şart. (lejyon oluşturma işini forum ekranından centurion başlığını seçerek halledebilirsiniz). daha önceden belirttiğim gibi lejyon deyimi oyunda sahip olduğunuz askerlerin sayısını belirtiyor. lejyonlarınız yani askerleriniz kendi aralarında tür bakımından dört bölüme ayrılıyor. bunlar:

heavy infantry: ağır piyadeler grubu.
light infantry: hafif piyadeler grubu.
slingers: mancınıkcılar taburu.
auxiliaries: yardımcı birlikler.

yine lejyonlarımız cohort denilen taburlara bölünürler. sahip olduğunuz cohort sayısı sahip olduğunuz kale sayısı ile doğru orantılıdır. yani çok kale, çok cohort anlamına gelir. eyaletinize her kale dikişinizde yeni bir cohort göreve başlar. her cohortda century adı verilen bölümlere ayrılır. sezar 2'de century deyimi aynı gruba ait olan 60 askeri temsil eder. oyunda her century cohort bilgi panelinde bir ikonla temsil edilir. cohortların moral oranı ve savaşa karşı hazır olma oranları vardır.

moral: anlaşılabileceği gibi askerlerin moral, ruh oranını gösterir. bu oran 0 (düşük moral) ile 100 (yüksek moral) arasında bir değerdir. eğer centurylerinizin morali 0 olarak gösteriliyorsa, savaşta sizi kesin bir yenilgi bekliyor. çünkü böyle birlikler savaşmazlar.
savaşa hazır olma: askerlerinizin ani bir saldırıya ne kadar hazır olup, olmadığını gösterir ve en az 100 askere sahip cohortlara hitap eder. yani, cohortlarınızda bulunan asker sayısı yüzün üstündeyse askerleriniz sizi beklemeden düşman ile mücadeleye girebilir. eğer yüzün altında askere sahipseniz olaya sizin de karışmanız gerekecek. (bu durumdaki cohortlar doğal olarak savaşa hazır olarak gösterilmezler). eyalet seviyesindeyken cohortlara emir vermek için order cohort komutunu kullanmalısınız.

savaş ekranı

savaş ekranı iki ordunun yüzyüze geleceği savaş alanından ve askerlerinizi kontrol etmenizi sağlayacak bir kontrol panelinden oluşmakta. savaş ekranında hangi tarafın sizin askeriniz olduğunu bilmiyorsanız, siz bittiniz demiyorum, çünkü gerek yok. yapmanız gereken tek şey askerlerin kafasına tıklamak. sizin askerlerinizin arkası ışıklanacak. düşman grubundaki askerler ise aydınlanmayacak, çünkü onlar düşman. yeri gelmişken hatırlatayım, burada daha kaliteli ve daha rahat görüntüye ulaşmak için zoom in ve zoom out ikonlarını kullanmanız iyi olur. (iki ayrı görüntü seviyesi bulunmakta) ayrıca görüntünün yönünü ayarlamak içinde rotate düğmelerini kullanabilirsiniz. ekranın sol tarafında bulunan pencere her iki tarafın asker sayısını ve moral oranını gösterir. genel harita ise (overview map) savaş alanının genel görüntüsünü gösterir. bu ekranda siz ve düşmanınız farklı renklerde gösterilir. savaşta askerlerinize emirleri cohortlardan veriyorsunuz. savaşın başında bütün birlikler birbirinden ayrı durumda. bu yüzden bunları ayırmak oldukça kolay. birliklere emir verebilmek için, ilk olarak bir veya daha çok birlik seçmelisiniz. herhangi bir birliği seçmek için yapmanız gereken tek şey birliğin üzerine tıklamak. ama eğer aynı anda birden fazla birlik seçmek isterseniz, mouse'a tıklayın, basık tutun ve seçmek istediğiniz birliklerin üstüne sürükleyin. seçtiğiniz birliklerin arkası ışınlanacaktır. seçtiğiniz birlikleri ayırmak içinse, savaş alanındaki herhangi boş bir bölgeye basmanız yeterli. eğer birliklerin hepsini aynı anda seçmek isterseniz kontrol panelinden "all" düğmesine tıklamalısınız.

kontrol paneli:

savaşı kontrol etmenizi sağlayan kontrol paneli oldukça iyi hazırlanmış. bütün her şeyi bu panel ile rahatlıkla kontrol edebiliyorsunuz. (düşman birlikleri hiç) panelin üzerindeki tuşlar ve görevleri şöyle:

move: seçili birlikleri hareket ettirmenizi sağlar. kullanmak için önce birlik seçmeli buna basmalı ve son olarak savaş alanında birliklerinizi götürmek istediğiniz yere basmalısınız.
aim: eğer misilci birlikleriniz varsa, aim düğmesi ile misilcilerinizi hareket ettirebilirsiniz. kullanım şekli "move" ile aynıdır.
turbo: oyunu hızlandırmaya yarar. ancak savaştaki animasyon kalitesini düşürür. eğer aceleniz varsa bunu kullanabilirsiniz.
select all: tüm birlikleri aynı anda seçmenizi sağlar.
retreat: askerlerinize geri çekilme emri verir. zor durumda kalırsanız bunu kullanabilirsiniz. askerleriniz dağılacak ve geri çekilecektir.
surrender: kendinizi düşmanın eline bırakmak istiyorsanız bunu kullanın. kısacası teslim olma, başarısızlığı kabullenme.
auto: savaştan elinizi çekmenizi sağlar. bilgisayar sahip olduğunuz asker sayısını, morali değerlendirerek savaşı bitirir.

tiyolar:

- halkınızın barış oranını yüksek tutmak istiyorsanız güçlü askeri birlikler oluşturun. düşmanınızın eyaletinize girmesini engelleyin.
- mutlu bir halkınız olmasını istiyorsanız bol bol eğlence yeri inşa edin.
- düşmanlardan korunmak için ve kolay su elde etmek için şehirlerinizi dere kenarlarına kurun.
- güvenliği kolay sağlamak için kuleler dikin.
- vergilerden çok kazanmak için bol miktarda ev yapın. zaten oyunda ilk yapmanız gereken şey bu.

çok nüfus = çok vergi = çok para

sonsöz

sezar 2 son derece mükemmel bir oyun. bence son zamanlarda piyasaya çıkan en iyi strateji oyunlarından biri. içinizden bazıları command & conquer en iyi, hiç bir oyun daha iyi olamaz diyebilir ama command & conquer ile caesar'ı kıyaslamak, tubular worlds ile fate of atlantis gibi bir klasiği kıyaslamak gibi bir şey. sonuç olarak sezarı alıp mutlaka oynamalısınız. bu türden hoşlanmıyorsanız bile, bu oyunu alın ve oynayın. eminim beğeneceksiniz. (cd versiyonunu almanızı öneririm). eğer benden açıklamamı istediğiniz herhangi bir oyun varsa (türü önemli değil) bana dergi aracılığı ile ulaşabilirsiniz.

yapımcı firma: impressions
yayımcı firma: sierra
processor: 486dx
min ram: 4mb
hdd alanı: 25 mb
medya: 13hd - cdroom
ekran kartı: 512k vesa compatible
önerilen işlemci: 486dx266 veya pentium
ram: 8mb

grafik: 0 - ses: 0 - oynanabilirlik: 0 - genel: 0

mahmut başaran
pc oyun dergisi, şubat 1996, sayı: 24, issn 1300-2813,
sayfa: 4-5-6-7

https://www.arsivsozluk.com/d/33
Devamını okuyayım...
disco
0

ghost rider

hayalet sürücü, ülkemizde pek tanınmasa da, kapıkule'nin dışarısında büyük hayranlıkla takip edilen bir marvel çizgi romanı. konsept olarak herhangi enteresan bir tarafı yok: kafası alevli meyve tabağına benziyor, sırtına astığı ve kement gibi kullanabildiği bir zinciri var, bir de "kefaret bakışı" diye bir numarası, hepsi o... ulaşım aracı olarak ise mefisto sponsorluğunda bindiği cehennem motosikletini kullanıyor.

film, daha başından aksamaya, özellikle johnny blaze'in (nicolas cage) mefisto'ya (peter fonda) ruhunu satmasına kadar geçen sürede tüm hollywood klişelerini kullanmaya başlıyor. yönetmen, johnny ile roxanne simpson'ın (eva mendes) imkansız aşkını o kadar basmakalıp anlatıyor ki, kendinizi filmin ilk 15-20 dakikası geçsin diye yalvarırken buluyorsunuz. düşünsenize: kavuşması imkansız aşıkları, kavuşamayacaklarını anlayacakları ana kadar geçen sürede, genişçe bir ovadaki eski bir ağacın altında buluşturmak, öpüştürmek, bununla da kalmayıp ekolojik dengeyi hiçe sayarak ağaca "j&4 forever" kazıtmak da ne oluyor acaba? sinemanın bu dili çoktan aştığını düşünüyorum.

film, her şeyiyle bir klişe-film, orası kesin. senaryo on binlerce kere tekrarlanmış basit bir matematiği tekrar etmekten başka hiçbir şey yapmıyor. johnny blaze'in küçüklüğünden beri heyecana ve üne tutkun bir motosiklet sevdalısı olması, bunu yaparken işin şov kısmını abartması ve sahnedeki bir taş parçasına çarpıp tökezlemesi, babasının ona kızması "hiç öğrenemeyeceksin, değil mi?" tarzındaki konuşması... bunları filmin ilk saniyelerinde tahmin edip ilerleyen dakikalarda izlemek kadar can sıkıcı bir şey olamaz herhalde.

sonra mefisto geliyor. onun gelişi bile ayrı bir klişe unsuru: babasının kanser olduğu haberini alan johnny blaze, ilk iş olarak hastaneye gitmek yerine, motorunun balatasıyla cıvatasıyla uğraşmayı uygun buluyor. bu sırada içeri destursuz giren mefisto'dan (ki arkasında şimşekler çakan, simsiyah giyinmiş bir peter fonda'yı yolda görsem korkarım) korkmaması "söyle bakalım ihtiyar" diye yaklaşması, daha da düşündürücü. son bir detayı da atlamamalı: mefisto yürürken bir anda çakan bir şimşek, duvara gölgesini düşürüyor. o gölgeninde eciş bücüş bir yaratık halinde olduğunu, bunu murnau'nun 1922 senesinde keşfettiğini ve artık sadece b filmlerinde kullanılan bir numara olduğunu da belirtmek gerekiyor.

b filmi demişken, her ne kadar gerçekte öyle olmasa da, ya da öyle olması amaçlanmamış olsa da, filmin üzerine yapışmış bir b filmi havası var. perdede gördüğümüz şeyler ucuz numaralar, johnny-roxanne aşkı dahi yıllar öncesinde kalmış gibi duruyor, oyunculuklar da bir o kadar yavan; dolayısıyla film, o b filmlerine has havaya sahip oluyor bir şekilde. "120 milyon dolar bütçeli b filmi mi olurmuş?" demeyin, oluyormuş.

en kötü filmin dahi iyi bir yanını yakalamak elzemdir hani, hayalet sürücü için de bunu yapacağız. kadroda, gerek rolüyle, gerekse de oyunculuğuyla diğer herkesi ezen, nicolas cage'e ve peter fonda'ya nal toplattıran, sonlara doğru gerçek yüzünü görüp iyice hastası olduğumuz bir isim isim var: sam elliott, namıdiğer "caretaker". filmin, yapımcılarının da olmasını arzuladığı o western'e yaklaşan bel kemiği rolünde, bu kovboy filmlerinden fırlamış, şapkalı, sakallı, mezarcı bir karakter var. sam elliott, "ne varsa eski topraklarda var" savını kanıtlarcasına, bunca yıldız ismin arasından öyle bir parlamış ki, nicolas cage'in dikkatle izleyip bir çizgi roman uyarlamasında nasıl rol kesmesi gerektiğini öğrenmesi gerekiyor bu ağabeyinden. hem, caretaker'ın atı johnny blaze'in cehennem motosikletinden çok daha havalı.

yapımcılar, böylesine klişe ve yavan bir hayalet sürücü uyarlaması yerine, hikayenin caretaker tarafını çekmeyi düşünseler daha iyi olur. düşünsenize: mefisto'ya dahi meydan okuyan, atıyla cümle aleme korku salan bir sam elliott, çok daha çekici olmaz mıydı?

karar: nicolas cage ve peter fonda'nın yüzü suyu hürmetine izleriz diye düşünüyorduk, sam elliott bizi ters köşeye yatırdı.film iki yıldız aldıysa bir tanesi de bu ağabeyin hatrınadır, biline...

serkan mutlu
empire dergisi - mart 2007 - sayı: 4 issn: 1307-1300
sayfa 32-33
https://www.arsivsozluk.com/d/27
Devamını okuyayım...
disco
0

çeşme

çeşme plajları öteden beri yalnız türkiye'nin değil, bütün ege denizinin müşterek tatil yerlerinden biridir. mesela yunanistandan, hele civardaki yunan adalarından her yaz büyük gruplar halinde çeşme plaj ve ılıcalarına turist gelir, bunların hemen hepsi her vakit indikleri yerlere inerler, hatta senelerce kaldıkları aynı odaları tutarlar.

çeşme, ege denizinde eşi az bulunan yerlerden biridir. denizinden, kumundan, efsanevi güzellik çamurundan başka, unutmayınız ki, çeşme koyunun içinde, yani denizde, 20-30 ayrı sıcak su kaynağı vardır. buradaki otellerde, denizden çıkanlar, türlü şifalı hassaları olan kaplıca suyu ile dolu banyolarda veya duşlarda vücutlarının tuzunu giderirler, yahut tepeden tırnağa kadar güzellik çamuruna bulanıp güneşte yatanlar daha sonra kendilerini denizin dalgaları arasına atarlar, tuzlu su içinde çamurlarını giderirler.

lunaparkından cambazhanesine, sinemasına, gazinolarına kadar çeşmede, plajların, ılıcaların, şifalı çamurların yanında bir de eğlence sitesi teşekkül etmiştir.

nasıl gidilir? çeşme, izmir'den sadece 90 kilometredir. yolun üçte ikisi son derecede güzeldir. öteki kısmı da hiç fena değildir. hususi arabalarla bir saat bir çeyrekte gitmek kabildir. izmirle çeşme arasında muntazam otobüs servisleri de vardır. otobüs adam başına 4 liradır, beş kişilik dolmuşlarda bir kişinin ücreti 10-15 lira arasında değişmektedir.

oteller: çeşme otel bakımından talihlidir. buradaki türkiye'nin en eski otellerinden olan rasim palas tipik bir akdeniz plaj otelidir. büyük tahta bina 1909 yılında hususi planlar getirilerek ve tamamen bir otel olarak inşa edilmiştir. yüksek tavanları, geniş tahta merdivenleri ile göze çarpar. eski usül, fakat konforlu yemek salonunda (izmir suikastından sonra) atatürk haftalar geçirmiştir. üç öğün yemeği ile birlikte bir kişinin ücreti 37 buçuk liradır. otelden doğrudan doğruya denize girmek kabildir. mermer banyolarında kaplıca suyu vardır. yine sahilde, yeni istanbul otel - pansiyonu vardır. bir kişi için 25 liradır.

ayrıca, çeşmenin kuruluşunda büyük rol oynaayn karabinaların iki oteli bulunmaktadır. bunlar yemeksizdir. iki kişilik odalar 16, yani insan başına 8 liradır.

yakın zamana kadar otellerin çeşmede sürüler halinde binek eşekleri varmış. misafirler civarı bunlarla dolaşırmış. şimdi otellerin operet sahnelerindeki, yahut kovboy filmlerindeki arabaları andıran vasıtaları var.

ayrıca sahilde 300'den fazla, en modern mimari ile yapılmış yeni köşkler göze çarpmaktadır.

tarihi: toprak altından çıkan eski eserlerden, minimini göz yaşı testilerinden anlaşıldığına göre çeşme asırlardan beri bir eğlence ve şifa şehri olarak kullanılmıştır. fakat sonraları ihmale uğramıştır. bundan 35 sene önce çocuk denilecek yaşta idealist bir çeşmeli öğretmen, bay mehmet aldemir, mektep saatlerinden sonra civardaki tepelerden birine çakar; çeşmeye uzun uzun bakar ve burada kurulacak bir şehir tahayyül edermiş... gel zaman git zaman, hele izmir suikastini takib eden günlerde atatürk çeşmeye adeta yerleşince, genç öğretmen rüyasının tahakkuku uğrunda her şeyi göze almış. hatta bunun için plaj kenarındaki bazı dağları bile dinamitle uçurmuş. bugün artık aldemirin rüyası bir hakikat olmuştur. ılıcaların tarihi, plajlarından tarihinden çok daha eskidir. mesela buraya vaktiyle mısırlı tosun paşayı sedyeyle getirmişler, dört ay sonra tosun paşa, mısıra yürüyerek dönmüş. fakat ılıcalara bir "tosun paşa camii" bir de "tosun paşa çeşmesi" yaptırtmayı ihmal etmemiş.

görülecek yerleri: yedi membalı ılıcalardan başka, güzellik çamuru membaı; tarihi çeşme kalesi; mandalina, portakal, limon bahçeleri... bu bahçelerden bazılarında mesela kan mandalinası dahi yetiştirilmektedir. bahçelerdeki bazı kuyularda kırmızı balıklar bulunmaktadır. sabahları sissiz, ve pussuz havalarda çeşmenin tam karşısında, yunanlıların sakız adasındaki evler, vapurlar görünür.

muayyen günlerde çeşmeden müşterek pasaportla, gruplar halinde motorlarla sakıza gitmek kabildir. böyle gezintiler sık sık yapılır. adalılar, çeşmeden gelenlere pek ikram ederler.

netekim sakızdan da her zaman için yine müşterek pasaportla çeşmeye gelenler, bilhassa cumartesiyi ve pazarı bizde geçirip tekrar adaya dönenler çoktur. agamemnon ve fatma kuyusu görülecek yerler arasındadır.

hususiyetleri: aynı zamanda dünyanın en güzel anasonunu yetiştiren çeşmede tarlalar arasından geçerken rüzgar misk gibi anason kokar. balığı boldur. fakat bilhassa fıstık ve sakız reçeli meşhurdur. fıstık reçelinin rengi yeşil, sakızdan yapılanınki ise bembeyazdır.

hayat dergisi - 31 temmuz 1959 - sayı:31
sayfa: 10-11

https://www.arsivsozluk.com/d/21
https://www.arsivsozluk.com/r/22/+
https://www.arsivsozluk.com/r/23/+
https://www.arsivsozluk.com/r/24/+
https://www.arsivsozluk.com/r/25/+
Devamını okuyayım...
disco
0