paisa

Türkiye'de hemşehri ismi ile vizyona giren, yönetmenliğini Roberto rosellini'nin yaptığı 1946 yapımı film. yeni sinema dergisinin mart 1966'da yayımlanan sayısında hakkında yazı yazılmıştır.

filmin konusu:

altı ayrı bölümde film Italya'nın çeşitli şehir ve bölgelerinde amerikan ordusunun ilerleyişini izliyor.

birinci bölüm:

sicilya’ya ayak basan bir Amerikan bölüğü SicilyalI bir genç kızın yardımından yarar­lanır. Amerikalılar tarafından, yanlışlıkla ihanetle suçlandırılan kız daha sonra Alman kurşunlarına kurban gider.

İkinci bölüm :

Napoli’de sarhoş bir zenci M.P. sokaklarda sürünen bir çocuğa rastlar. Zencinin, New York’un şanı ve yüceliği hakkında, anlam­sız, karışık konuşmalarını sabırla dinliyen çocuk sonunda askerin çizmelerini çalıp kaçar. Ertesi gün çocuğa yeniden rastlıyan zenci tehditlerle çizmelerinin iadesini ister ve çocukla birlikte yüzlerce kişinin, hayvan gibi, korkunç bir sefalet içinde yaşadıkları mağaralara gelir. Tüyler ürpertici manza­ranın karşısında zenci dehşet içinde, utana­rak uzaklaşır.

Üçüncü bölüm :

Roma’nın kurtuluşuna katılan Amerikalı bir asker altı ay sonra izinli olarak şehre döner. Gayesi Kurtuluş Gününde tanıdığı bir genç kızı bulmaktır. Kızı bulur oysa, geçen süre zarfında, kız artık sokağa düşmüştür. Geceyi beraber geçirirler. Ertesi sabah, as­ker daha uykuda iken, kız ayrılır ve delikan­lıya eski adresini bırakır, ilk buluştukları odaya dönüp askeri bekler. Adresi okuma­dan cebine atan asker başka bir arkadaşı ile buluşur. Kâğıt parçası meydana çıkınca arkadaşı üzerindeki adresin kime ait oldu­ ğunu sorar. Delikanlı "Hiç, sadece bir oros­punun adresi" diyip kâğıt parçasını yırtıp atar.

Dördüncü bölüm:

ikiye ayrılan, bir kısmı Amerikalılar, bir kısmı Almanlar tarafından işgal edilen Fi­renze şehrinde Amerikalı bir hastabakıcı partizanlarla savaşan sevgilisini arıyor.

Beşinci bölüm :

Üç askeri papaz (biri Katolik, biri Pro­testan ve biri Musevi) küçük bir dağın tepesinde bulunan bir manastıra gelip gece­yi orada geçirir ve diğer papazlarla tanışır­lar.

Altıncı bölüm :

Po nehrinin deltasında partizanlardan ve Amerikalı komandolardan birleşik bir grup cephanesiz kalıp Almanlar tarafından sarı­lır. Bataklıklarda hepsi Almanlar tarafın­dan kurşuna dizilir, asılır, elleri bağlı ola­rak nehre atılır, ya da intihar ederler.

film hakkında

"Paisa ufak kusurları ve büyük meziyetle­ri olan bir filimdir. Anlatımı dağınık, kur­gusu kötü, yer yer anlamsız, çoğu bölüm­lerin izlenilmesi güç, seyirciden talep et­tiği katılış sınırsız. Oysa geriye bir çok şey kalıyor! Roma bölümündeki dengeli, tutum­lu, umutsuz trajedi; manastır bölümündeki çarpıcı insaniyet duygusu ve özellikle, son bölümünde umutsuz oysa sonuna kadar yılmayan mücahitlerle bir birlik kuran deltanın acı, boş, merhametsiz görüntüleri."

vernon jarrat
yeni sinema dergisi - mart 1966 - sayı:1 - sayfa: 48

https://www.arsivsozluk.com/d/34
Devamını okuyayım...
disco
0

final fantasy vii

oyun hakkında, cdoyun dergisi'nin mart 1998 tarihli 10. sayısında, aşağıdaki yazı yayımlanmıştır.

Dikkat! Final Fantasy VII PC’nize geliyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

Eğer FF VII’yi daha önce duyduysanız -ki duymamanıza ihtimal vermiyoruz-, bunun gelmiş geçmiş en çok satan PlayStation oyunu olduğunu da biliyorsunuz demektir. Tam Olarak oyunun 3.2 milyon kopyası satılmış durumda. Eğer bunun FF serisinin yedincisi olan bir ürün için çok fazla olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. FF VII çok çekici bir öyküye, kusursuz görüntülere ve amansız
dövüş sahnelerine sahip bir savaş sistemi.

KİMLERİN ESERİ?

Acaba bu süper oyunu hard disklerimize kazandıran kimler? Yanıt. Square Co. Ltd. oyunlarının Kuzey Amerika'da yayımlanıp pazarlanmasından da sorumlu olan Squaresoft ekibi. Daha önce Square’i hiç duymayanlarınız olabilir, ama bu şirketin başarısı üzerine çok konuşulduğunu duyarsanız, sakın abartma olduğunu düşünmeyin. FF VII'yi pc 'ler için “tercüme eden” şirket işte squaresoft. Orijinalinin yalnızca playstation için geliştirildiğini düşünürsek, bu hiç de kolay bir iş değil. Kodların dolaysız taşıma işlemine yönelik olmaması da başka bir sorun.

Yeniden kodlama işlemi bir yıl kadar önce başladı ve işlemde, orijinal Japon ekibinin yardımlarına da başvuruldu. FF VII gerçekten de büyük bir oyun. PlayStation uyarlaması bile 3 CD'lik olduğuna göre, gerisini artık siz düşünün. Dahası tam 60 dakikalık videoya da yer veriliyor. Bu bir ekstradan çok, oyunun tümleşik bir bileşeni görünümünde.

GERÇEKLİK VE ŞOK

Oyun dünyasının FF VII'ye yaklaşımını daha iyi kavrayabilmek için, belki de öncelikle oyuncuların değişen zevklerini incelemekte yarar var.

Squaresoft ürün geliştirme bölümünün başkan yardımcısı randy fujimoto 'ya göre, günümüzde oyuncular oynadıkları şeyin ne olduğu ile eskisinden çok daha fazla ilgileniyorlar: "Bu nedenle oyuncuların gereksinimlerini karşılamak için, geliştirme işleminin her aşaması gerçekten de kusursuz olmalı”.

Oyunun ilginç karakterlerine bir göz atalım şimdi: sarı saçlı ve büyük silahlı cloud strife, bar hostesive Cloud Strife'ın yardımcısı tifa lockhart, enigmatik büyücü ve çiçek satıcısı Aeris Gainsborough, Mr. T'ye benzeyen Garret Wallace ve diğer birkaç ilginç dost. Square'in oyuncuları karakterlerle bütünleştirmedeki başarısının altında yatan iki önemli neden var: Geniş kapsamlı ekolojik felaket ve birbiriyle ilişkiler kuran karakterler. İlişki derken daha çok, Cloud, Tifa ve Aeris arasındaki bir aşk üçgenini kastediyoruz. Square yazılım mühendislerinden son ton , oyunun biraz yaşlı kitleleri hedeflediğini kabul ediyor. Gerçekten de bu yetişkinlere yönelik Yaklaşımın oyunun satışını ne ölçüde etkileyeceği bir merak konusu.

Karakterlerin ilginç yönlerine güzel bir örnek olarak, Garret verilebilir. Çoğu zaman B.A. Baracus özelliklerini karşısındakine yansıtan bu iri dostumuz, aynı zamanda megaloman Shinra'nın planlarını saf dışı bırakmak üzere savaşan Avalanche direniş gücünün de lideri konumunda. Japon'lara göre Garret'taki A-Team esintileri bilinçli olarak tasarlanmamış.

GÖRSELLİK

Görüntülerde de birtakım etkileşimler söz konusu. FF VII'nin yüksek kaliteli görüntüleri ve özel efektleri, Japon'ların bu konudaki hassasiyetini yansıtıyor. Ancak doğu stilini dengeleyen bazı batılı etkilere de rastlıyorsunuz.. Bu konudaki başarısı ile FF VII, Mystical Ninja gibi oyunların batı ve doğu kültürü arasındaki uçurumu kapatmadaki başarısızlığına bir son vermiş gibi görünüyor. İyi ama bu kültürler arası denge kurma işi bilinçli mi idi, yoksa yalnızca kazayla mı gelişti?

Randy Fujimoto'ya göre her biri bir öncekinden daha çok satan FF uyarlamalarında kültürel farklılık gitgide ortadan kayboluyor: "Japon ve Amerikan'ların birbirinden kolayca etkilenebilen kültürler olduğu unutulmamalı."

ÖZELLİKLER

Platformlar arasında taşınan diğer oyunları düşününce, FF VII'nin PlayStation ve PC uyarlamaları arasında da oyun mekaniği ve çizim açısından pek bir farklılık olmayacak. Ancak bu bir eleştiri değil: Bu kadar mükemmel bir PlayStation oyununu PC'de de tıpa tıp aynı biçimde görmekten herhalde kimse rahatsızlık duymayacaktır.

Aslında PC uyarlamasının grafikleri orijinaline göre çok daha renkli ve düzgün. Çünkü daha yüksek bir netlik düzeyi kullanılıyor. Ayrıca daha ayrıntılı zemin görüntülerine de yer veriliyor. Görünüşe göre Squaresoft, PC'nin avantajlarını sonuna kadar kullanmış. En az P166 gibi bir işlemci gerekeceği açık. Oyunda sokak savaşlarından C&C tarzı bir strateji kullanmayı gerektiren taktik mücadelelere kadar çeşitli bölümler var. Tabii strateji bölümleri bir C&C'deki kadar iyi değil, ama yine de kusursuz bir şekilde çalışıyorlar.

FANTAZİ SAVAŞI

Savaş sistemi gerçek zamanlı bir sistem. Ancak Square'dekiler bu sistemi "aktif zaman savaşı" gibi bir şekilde adlandırmayı tercih ediyor. Her şey aynı anda oluyor ve bir de bir "sınır” çubuğu var. Tıpkı diğer oyunlardaki gibi. Fujimoto'nun FF VII'deki savaş sistemine yönelik görüşü şu şekilde: "Bu oyunda gerçekten etkileyici savaş sahneleri olsun istedik." Doğrusu Square bu amacına ulaşmış görünüyor.

Savaş sistemi oldukça dehşet verici ve bir o kadar da eğlenceli. Düşünmeniz gereken yedi karakter var. Ayrıca sürekli olarak hücumları savuşturmak ve planlama yapmak zorunda kalacaksınız. Oyundaki seçenekler, olası bütün taktikleri etkinleştirmenize yardımcı oluyor. Aslında savaş alanları, bilinen sabit konumlan Ancak oyunun momentumunu korumak amacıyla, nerede ve ne zaman ortaya çıkacağı bilinmeyen sürprizler serpiştirilmiş. Tabii bunların en olmayacak anlarda ortaya çıkması riski de Söz konusu. Yine de yeterince uygun bir şekilde düzenlenmiş olduklarını söyleyebiliriz.

KALİTE KONUSU

Final Fantasy VII'nin PC uyarlaması bu aralar çıkacak. Acaba oyunu bitirmek ne kadar sürecek diye merak edenlere şu kadarını söyleyelim: Her şeyini bilen kendi geliştiricilerini bile baştan sona 70 saat uğraştırıyor. Eğer FF VII'yi daha önce hiç oynamadıysanız, kendinizi en az 150 saatlik bir maceraya hazırlayın deriz.

SÜREKLİLİK

Bu yedinci Final Fantasy oyunu olsa da, diğerlerinin konu ya da karakterleriyle çok büyük bir bağlılığı yok. İşte Squaresoft'un bu yaklaşımı sayesinde, oyun her uyarlamasıyla başarı kazanmayı sürdürüyor. Bu başarının boyutlarını merak edenler, oyunun bugüne kadar toplam 15 milyonun üzerinde kopyasının satıldığını bilsinler, yeter.

cd oyun dergisi
10. sayı, mart 1998
https://www.arsivsozluk.com/d/44
Devamını okuyayım...
disco
0

yonca evcimik

1993 yılında free dergisine röportaj vermiştir.

- yonca merhaba. bize yeni kasetinden söz eder misin?

kasetimin adı "kendine gel". kendine gel aynı zamanda kasetin açılış parçası ve izleyeceğiniz ilk klip. dinamik bir müzik, süper sözler. öncekine göre daha batı işi, daha pop. bizden motifler yine var ama o kadar ön planda değil.

- yapımcın şahin özer. peki müzik yönetmenin yine garo mafyan mı?

aslında başlangıçta garo da bizimleydi. ancak elinde, bizden önce aldığı işler olduğu için daha sonra çalışamadık. kaseti aykut gürel ile gerçekleştirdik.

- dansçı'da o sıralar black box'ın yeniden listelere soktuğu earth, wind & fire'ın ünlü klasiği "fantasy"i aysel gürel'in yazdığı sözlerle türkçe olarak seslendirmiştin.: yalancı bahar. bu çalışmanda da günün sevilen parçalarının türkçe yorumları olacak mı?

hayır. bu kasetimde tamamen türk besteci ve söz yazarları ile çalıştım. parçaların hepsi bu kaset için özel olarak hazırlandı.

- bize "kendine gel" i tanıtır mısın?

* kendine gel (haddini bil)
söz ve müzik: şehrazat

bizde single olmamasına rağmen buna ilk single'ım diyebilirim. bu kasetim için batılı anlamda çok profesyonelce çalıştık. kaset kapağında, poster'larda, bilboard'larda ve kendine gel'in kliplerinde hep görsel bir tutarlılık var. tam bir reklam anlayışı ile hazırladık. yani kaset kapağında, poster veya bilboardlar'da göreceğiniz tipleme ve imajlar klipte de yer alıyor.

* l.o.t.d. (trışkadan nağmeler)
söz: zeynep talu
müzik: aykut gürel

saksafon intro ile başlayan mükemmel bir parça. küçük şeyler yapıp da büyük işler yaptığını sananlar ve meydanı boş bulunca yüksek atanlar ile dalga geçiliyor. tiplemeleri klipte tek tek canlandırıyorum. (l.o.t.d.= laf olsun torba dolsun).

* henüz çok gencim
söz ve müzik: şehrazat

kasetin iddialı iki slow parçasından biri. altyapı pop, üstyapı bizden, yumuşak bir ney parçayı işliyor. köklü, derin bir ilişkiye hazır olmayan bir genç kızı anlatıyor. bu klip'te her zamankinden farklı giyindim; saks mavisi bir tualet ama tek kolu ve tek bacağı yırtık bu tualetin ve yırtıklardan file görünüyor, kolumda da bir döğme: ben efendi giyinirsem ancak bu kadar olur. arka planda öyküyü oynayan iki genç rol aldı. bunlardan biri karambol ve haberin olsun'un bestecisi ve söz yazarı mustafa sandal.

* çok alemsin
söz ve müzik: şehrazat

sözler alaturka görünse de tam bir techno "cut". parçadaki kanun ile güzel bir sentezi yakaladık, sanıyorum. klibini galata köprüsü'nde çektik (yeni köprü değil), bilgisayar harikası görüntülerle bezedik.

* haberin olsun
söz: mustafa sandal
müzik: mahmut tezcan

karambol ile birlikte kasetin en amerikalı parçası. curtis schwartz'ın düzenlediği parçanın klibi ise eski bir garajda çekildi. büyük bölümü siyah & beyaz olan klip finalinde yağmur sahnesi ile renkleniyor.

*karambol
söz ve müzik: mustafa sandal

hit olacağına inandığım diğer bir parçam. hem aşk ilişkilerindeki hem de yaşantımızdaki karambolleri anlatıyor. bağdat caddesi ve extcay'de çekilen klipte punk'lar, travestiler, yaşlılar, motosikletliler, şarapçılar oynadı.

* bırak ellerimi
söz: seden gürel
müzik: aykut gürel

batılı anlamda çalıştık demiştim ya işte bu bağlamda remix'lerde yapacağız. klibini remix'ine sakladığım bir çalışma bırak ellerimi.

* gözümle gördüm
söz ve müzik: şehrazat

meyve veren ağacı taşlıyorlar. kimileri "dansçı"da yok şarkı söylemeyi bilmiyor, yok yeteneksiz dediler. kasetimin diğer slow'u. teknik açıdan zor bir parça. bundan sonra konuşsunlar da görelim.

*in & out
söz: şehrazat
müzik: selçuk ve uğur başar

"in & out" "in" oldu biz de bunu işledik. klipte bu olguyu "maganda", "entel", "artiz (star)", "estetik meraklısı" ve "abone (yonca)" tiplemeleri ile ele aldık.

* durum kötü
söz ve müzik: adnan ergil

süper bir parça. durum kötü: bak millet çıktı aya, biz kaldık yaya! daha ne diyim.

- geçen yıl yırtık jean'ler, body'ler ve şortlar giymiş, iri gümüş takılar takmıştın. seni bu yıl nasıl göreceğiz?

bunun yanıtını kaset kapağımda göreceksiniz. body'im, zımbalı ipkinim, önünde ad yazan, test taktığım kepim ve daha da irileşmiş dişi sembolü kolyem boş tartışmalara neden olabilir. görüntümü 93'e uygun olarak değiştirdim: çocuksu fakat daha azgın. bütün sorumluluğu makyajda eti motola, saçlarda zeki doğrulu ve fotoğrafta taner yılmaz'a bıraktım.

- kostümlerini kim hazırlıyor? kostüm danışmanın var mı?

kostümlerimin tasarımı ve seçimi büyük ölçüde bana ait. örneğin kaset kapağı ve bilboard'dakiler. bir kısmını ise zeynep tunuslu ile birlikte hazırladık. ilk çalışmam çeşitli maddi sıkıntılarla gerçekleşmişti ve her istediğimi yapamamıştım. "kendine gel"de ise sevgili şahin özer'in de katkıları ile dört dörtlük bir sonuç elde ettik. sizler de beğeneceksiniz.

teşekkürler.

free dergisi - ocak 1993 - sayı: 1
sayfa: 20-21

https://www.arsivsozluk.com/d/17
Devamını okuyayım...
disco
0

bira

Bira, 6.000 yılı aşkın bir süredir değişik biçimlerde yapılan bir içkidir. Eski Mısırlılarla Babillilerin de bira yaptığı bilinmektedir. ilk çağlarda bira mayalama, fırınlarda yapılan bir işlemdi; çünkü bira yapımının ön işlemleri ile ekmek yapım ı arasında bir benzerlik söz konusuydu. İlk bira türleri, biraz pişirilmiş ekmeğin (ekmek, filizlenmeye başlamış arpa kırığı ve maya ile yapılırdı) ıslatılıp mayalanmaya bırakılması yoluyla üretilmekteydi.

XIV. yüzyıla doğru biracılık, özelleşmiş yöntem­leri ile ayrı bir alan olarak gelişti. Üç yüzyıldan daha uzun bir süre boyunca, bu gelişim, büyük ölçüde manastırların biracılık çalışmalarıyla hızlandırıldı. Orta çağ’da başlıca bira üreticileri, keşişlerdi. Kesişler ürünleriyle, yalnızca kendi gereksinmelerini karşılamakla kalmıyor, bölge halkının tüketimi için de bira üretiyordu. Söz konusu dönemde biracılık, evlerde, çoğunlukla kadınlar tarafın dan yapılmaktaydı.

Ticari amaçlı biracılık, beş yüzyıl kadar, dikkate değer biçim de Avrupa’da ve XVIII. yüzyılda özellikle Kuzey Amerika'da düzenli olarak gelişti. XIX. yüzyılın ortalarında Batı’da binlerce bira imalathanesi vardı. O günden bu yana biracılık, büyük bir endüstri dalı haline geldi. Modern bira üretimi, büyük çaplı ve karmaşık bir işlemdir. 1973’de dünya bira üretimi 1873’tekinin 15 katına ulaştı. Buna karşılık, aynı süre içinde bira fabrikalarının sayısı on kat azaldı. Yani, 1973 ortalaması ile, fabrika başına bira üretimi 150 kat artmış oldu. Bu büyük gelişme, biracılık tekniğine de yansıdı: 1898’lerde biracılıkta ticari olarak kullanılan birinci maya ayırıcısının kapasitesi, saatte 1 metreküpken, 1973’te bu miktar saatte 200 metreküp oldu.

Bira türleri: Biralar iki ana türe ayrılabilir: alt mayalandırma yöntemiyle yapılanlar, üst mayalandırma yoluyla yapılanlar. Alt mayalandırma biralarının bazı türleri, ilk kez üretildikleri bölgenin adıyla anılır. Örneğin, Çekoslovakya’nın Pilsen bölgesinde üretilene Pilsener, Almanya’nın Dortmund bölgesinde üretilenine Dortmunder denir. Bunların çoğunun rengi açıktır, iyi havalandırılmıştır ve üst mayalandırma biralarına oranla daha az maya tadı vardır. Alt mayalandırma, aynı zamanda. daha esmer bira üretiminde de kullanılır. İngiltere, Yeni Zelanda ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında, dünya bira üretiminin çoğu alt mayalandırmayla yapılır. Bu biralar, genellikle, ağırlıklarının % 3-5'i kadar alkol içerirler.

Bira yapımı: Bira yapımında kullanılan ham ­maddeler, üretilen biranın türü ve niteliği üstünde belirleyici bir rol oynarlar. Kuramsal olarak bira, herhangi bir tahıl ya da patates gibi bir nişasta kaynağının, su içinde mayalanmasıyla yapılabilir. Ancak uygulamada, en çok arpa kullanılır. Öteki tahıllar arpanın altına, maliyeti düşürmek ya da bazen istenen tadı vermek için katılır. Bu amaçla kullanılan başlıca maddeler pirinç, mısır, tapyoka (bir tür nişasta), soya fasulyesi ezmesi, maltlanmamış arpa ve değişik şekerlerdir.

Bira yaparken ilk işlem arpa, su ve maya diye bilinen şerbetçiotundan bir şıra yapmaktır. Arpa. maltlanmadan kullanılmaz. Maltlama işlemi ise, genellikle, birahanede değil, malt fabrikalarında yapılır. Arpa, denetimli koşullarda, mayalanma için büyük önem taşıyan ve KATALİZÖR olarak görev yapan enzimler'in üreyeceği biçimde çimlendirilerek maltlanır.

Tahılı yumuşatmak ve çimlenmeyi hızlandırmak için arpa 13-16°C sıcaklıkta suya batırılarak, 48— 72 saat arasında bekletilir. Bu süre, kullanılan tanelerin türüne göre değişir. Islatmadan sonra geniş kazan ya da kutulara kon an arpaya, çimlenmeyi geliştirmek için 7-11 gün süreyle nemli hava üflenir. Sonra, nem oranı % 1,5-2’ye in inceye kadar fırınlarda kurutulur. Çimlenme sırasında oluşan filizler ayrılır. Bunlar toplanarak hayvan yemi olarak kullanılır. Böylece arpa, için de enzimlerin bulunduğu malt haline gelmiştir.

malt , bira fabrikasında öğütülür; su ve başka maddelerle karıştırılarak mayşe haline getirilir. Mayşeleme (şekerleme) sırasında enzimler, şeker ve nişasta gibi çözünen maddeleri ortaya çıkarır. Protein gibi çözünmeyen maddeler de enzimlerle çözünür hale gelir; enzimler aynı zamanda malt nişastasını da maltoz şekerine dönüştürür. Bu şekerin miktarı, biranın alkol oranını belirler. Fiziksel ve kim yasal süreçler ile enzim etkinliği, biranın türünü ve niteliğini belirlediğinden, mayşeleme işlemini denetim altında gerçekleştirmek gerekir. Üst ve alt mayalandırma biralarının mayşeleme işlemleri, birbirinden farklıdır.

Bira yapımındaki ana aşamalar: Arpa önce maltlanır ve öğütülür. Sonra su ve tahıl ya da şeker gibi değişik katkı maddeleriyle birlikte kazana konur. Mayşelendikten sonra şıra, artık küspeden ayrılır (küspe sığır yemi olarak kullanılır) ve şerbetçiotlarıyla kazanda kaynatılır. Kaynatma işlemi tamamlandıktan sonra, sıcak şıra süzülür ve soğutuculara pompalanır. Artık otlar, gübre olarak kullanılabilir. Soğumuş şıra, bira mayasının da eklendiği mayalandırma kazanlarına konur. Mayalandırmadan sonra, şişelenmeden, kutulanmadan ya da tahta ya da metal fıçılara konmadan önce süzülür ve depolanır.

nasıl çalışır: bilim, teknoloji ve icatlar ansiklopedisi
gelişim yayınları, cilt 1, 1980
sayfa: 263, 264, 265, 266

https://www.arsivsozluk.com/d/38
Devamını okuyayım...
disco
0

genç istanbul müzik şenliği

16 - 30 eylül 1991 tarihinde, istanbul büyükşehir belediyesi kültür işleri daire başkanlığı tarafından düzenlenen müzik festivalidir.

konserlerin her gün saat 16.00'da taksim meydanında düzenlendiği festivalin sponsoru ise rc kola olmuştur. organizasyon ise güven erkin erkal tarafından düzenlenmiştir. konserde yer alan gruplar ise aşağıdaki gibidir:

16 eylül pazartesi: asım can gündüz
17 eylül salı: atmosfer
18 eylül çarşamba: kramp
19 eylül perşembe: akbaba, virüs
20 eylül cuma: gür akad band, sawdust
21 eylül cumartesi: beyaz yunus, kesme şeker
22 eylül pazar: gökkuşağı , şimdiki gençler
23 eylül pazartesi: wera lynn , badluck
24 eylül salı: cultus
25 eylül çarşamba: medussa
26 eylül perşembe: zen
27 eylül cuma: volvox
28 eylül cumartesi: fias-co , whisky
29 eylül pazar: devil, the china band
30 eylül pazartesi: nuh'un gemisi

festival afişi: https://www.arsivsozluk.com/r/39/+
Devamını okuyayım...
disco
0

ultima ix: ascension

Kendinizi Britanya’nın zengin fantezi dünyasına kaptırın mottosu ile aral ithalat tarafından reklamı yapılan oyun.

https://www.arsivsozluk.com/r/1/+
disco
0

fahriye abla

videosinema dergisi, şubat 1985 tarihli 8. sayısında, orhan barlas tarafından aşağıdaki incelemesi yapılan filmdir.

"hatırada kalan şey değişmez zamanla"
“Bu, afyon ruhu gibi baygın.. ”

İşler ne güzel gidiyordu! çetin tunca'nın başarılı renk-çizgi uyumu... Özdemiroğiu'nun konuya-şiire yatkın müziği, özdemir erdoğan'ın kısık, duyarlı, "yüzünü geçmiş günlere çevirmiş” sesi... Sonra, müjde ar'ın, Marilyn Monroe'ya inat, yüzde yüz yerli malı, hızlı yürüme çabaları, (bir bedenin psiko-anatomisi) koşmak isterken yerinde saymaları. Derken birden film de, bizler de bayır aşağıya yuvarlanmaya başladık. Yalnız "içerik” açısından olmadı bu; düpedüz anlatım da şaşkın, sarsak bir hâl aldı.

Fahriye Abla, bana kalırsa, öyle "büyük” parlak bir şiir değildir. Ordan burdan naylonlarının piyasaya sürülmesi, şiircil inceliği olan kimselerin yerli yersiz orda-burda okumaları Fahriye Abla'yı "hakettiği çizgiden de aşağıya” çekmiştir. Filmin başında, uzun süre yönetmen Turgul, gerek konusu gerek anlatımı ile, şiiri daraltmaz, ondan bir şeyler sıyırmaz, tam tersine onu çoğaltır, katlar. Kolay anlatımla, bir "üçlü” ileri sürülebilir: Gene bir ergenlik çağı özlemi, onun bakışı ile anlatım... Sonra (burasını çok beğenmiştim) Fahriye Abla'nın, sizin, bizim mahalleden etli kanlı biri oluşu. İlişkileri, bağları ile belli bir ortama akıllıca yerleştirilmesi. Sonra, Fahriye Abla'nın kişiliğinde kadının yüceltilmesi... Hani nerdeyse, filmdeki bütün erkekler hödük, budala, iki yüzlü, çıkarcı, dönek, ödlek'tirler. Bir yerde öteden öteye bir siyasal anlaştırmanın belirtileri, kokuları sezilmeye başlanır. Bütün bunlar, sokaklar, kahveler, hamamda kaynana adayının bakışı, içerde Müjde Ar'ın Aziz Nesin'i okurken gülmesi... tam kaynaşmışken birden her şey karman çorman olur, film sekerek yürümeye başlar, sanki gelecek programdan parçalar gösterilmekte ya da bir foto-roman dörtgenleri perdeye sıralanmaktadır (kulakların çınlasın atilla dorsay !) Filmlerde, özellikle de serüven, gerilim filmlerinde, tempo, anlatım ritmi değişmesi öteden beri başvurulan bir yöntem... İlkin bu yöntem Fahriye Abla'ya uygun düşmez. İkincisi, Alev Alev'de gene değineceğim, bu işi çok ustalıkla yapmak gerekir.

Fahriye Abla eşine az raslanır bir anlatım etkinliği ile başlayan, uzun sürebunu sürdüren, sonra birden şaşılacak bir hızla yaptıklarını geri alan bir film. Bir "düş kırıklığı” örneği. Bitişte çiçek tarhında sevinç taklaları atan sersem çocuk, filmdeki bütün güzel, değerli şeyleri (bilmem bilerek, bilmem bilmeyerek) kumdan bir evcik gibi bir tekmede yıkar, devirir. Bundan öte hesabı yönetmen Turgul ile senaryo yazarı Turgul aralarında görürler.

orhan barlas
videosinema dergisi, 8. sayı, şubat 1985 - sayfa: 15
https://www.arsivsozluk.com/d/46
Devamını okuyayım...
disco
0

300

spartalı sözcüğü çağdaş ingilizcede "çetin" ya da "disiplinli" gibi anlamlar taşır. spartalıların bu özelliklere sahip olduğunu söylemek yanlış olmasa da bu ifadelerin hiçbiri antik yunanın bu nevi şahsına münhasır halkını layığıyla anlatmaz. "kavgacı manyaklar" spartalılar için daha uygun bir ifade olurdu herhalde, bundan şüphe edenlerin 300'ü görmeleri yeterli olacaktır. sin city'nin yaratıcısı frank miller'ın aynı adlı grafik romanından uyarlanan 300, bu kadim ülkenin en güzel zamanlarını anıyor. sparta yıllar boyu düşmanlarına korku saldı ama ebedi şanını m.ö. 480 yılında thermopylae'de kazandı. bu cesur savaşçıların başarıları sonsuzluk vadisinde çınlamakta hala.

yapımcılarının "gladyatör üzeri sin city" şeklinde tarif etmekten hoşlandıkları 300, bronz ve kan kırmızısının hakim olduğu grafik aslına oldukça sadık kalınarak sinemaya aktarılmış, böylece film en az biri bizi gözetliyor evlerinin fantastik konukları kadar gerçeklikten kopuk olmuş. tarihte yaşanmış bir olay olan thermopylae muharebesi, ikinci pers savaşının başlangıcı olmuştu. filmde gerard butler'ın canlandırdığı sparta kralı leonidas, hoplite adı erilen 300 gözü kara savaşçısıyla kuzey yunanistan'daki 'sıcak geçit'i, tarihin babası herodot'un bir milyon kişi olduğunu iddia ettiği işgalci pers ordusuna karşı cansiperane savunmuştu. her ne kadar günümüz araştırmacıları pers ordusunun 200.000 kişiden daha fazla olmadığını iddia etse de, miller ve snyder herodot'un sayısal tahminini kullanmayı tercih etmişler. hatta filmde herodot'un kimi ifadeleri birebir kullanılmış ('o halde biz de gölgede savaşırız' gibi) ama diğer taraftan ikili, örneğin pers ordusundaki devasa fillerin sayısı kendilerinden yüzlerce kat büyük bir ordu karşısında müthiş bir cesaret gösteriyorlar. spartalı'ların hikayesi bir efsane aslında, kafasındakileri kağıda dökerken miller'ın zihninin en üst noktasında da işte tam bu düşünce yer alıyor. miller 300 sayısının tarihsel olarak yanlış olduğunun bilincinde, bu onun gerçek bir olayı bir tür mitolojiye dönüştürme yöntemi, böylece hikayeye klasik epikle özdeleştirilen gücü ve zarafeti katmış oluyor. eğer thermopylae savaşı bin yıl daha önce yaşanmış olsaydı, hiç şüphe yok yeni bir efsanenin temeli atılmış olacaktı ve bu efsanenin her bir parçası homeros'un anlattıkları kadar fantastik ve eğlenceli (ve de homeros'un ilyada'sından sinemaya uyarlanan truva'nın donuk ambiyasından çok daha canlı) olacaktı. köklerini efsanelerde bulan bir hikayeyi yeniden anlatan truva (troy) gerçekdışı öğelerden bu kadar yoksunken, gerçekte yaşanmış bir olaya dayanan 300'ün herhangi bir homeros hikayesi kadar hayalperest olması (kollarının olması gereken yerde uzun sivri dişler bulunan şişman hilkat garibesi ya da keçi kafalı ozan örneğin) oldukça ironik.

snyder da miller'ın niyetine sadık kalmış ve ortaya etkileyici bir görsel şölen çıkarmış, kimi zaman özgün grafik anlatıyı kare kare taklit eden bir hikaye inşa etmiş; sanki dişleri dökülmüş yaşlı bir bilge kamp ateşinin etrafında boğuk sesiyle kahraman hikayeleri anlatıyor. aslında film bir hikaye anlatıcısı olan (bkz: dilios)'un etrafında kurgulanmış. filmin noksanlarını örten ve başarısını getiren de bu mitsel düşünme biçimi olmuş. tabii burada spartalıları unutmamak gerekir. butler ve arkadaşları, bir bar fedaisini andıran kaslı görünümleriyle, seçkin sparta askerleri rolünde seyirciye hayli inandırıcı bir portre sunuyorlar. filmde bir avustralyalının gün içinde içtiği biradan daha çok çıplak erkek görüyorsunuz, bu yarı çıplak adamlar üzerlerinde sadece pantolonları, miğferleri ve kalkanlarıyla savaşıyorlar ama filmden çıktığınızda damağınızda homo-erotik bir hikayenin tadı kalmıyor, kendi kendinize "bu adamların kıçı gerçekten sıkıymış" diyorsunuz. spartalıların savaş teknikleri ve dövüş tarzları tümüyle aslında uygun, savaş koreografilerinden bazıları filmin en iyi yönlerinden. Snyder, bizleri her bir spartalının yüz adam devirip ardından maraton koşacak enerjiye sahip olduğuna inandırıyor. butler adamlarının başındaki lider rolünde oldukça iyi, etrafa emirler yağdırıyor, yeri geldiğinde şakalar yapıp adamlarına güven aşılıyor. soylu ve inatçı leonidas çok karmaşık biri olmayabilir ama butler bunu becerecek karizmaya sahip.

ne yazık ki filmin yapısı ve de nihayetinde yönetiminden dolayı butler'dan bu tadı alamıyorsunuz. film ilk dakikasından itibaren epik bir film olmaya, bizi huşu içinde bırakmaya çalışıyor, öyle büyük fırça darbeleri vuruyor ki o curcuna içinde karakterler, motivasyon ya da döneme özgü detaylar gibi boşlukları yakalamakta güçlük çekiyorsunuz. bir süre reklam dünyasında pişen snyder sahneye 2004 yapımı ölülerin şafağı (dawn of the dead) ile çıkmıştı, 300 ise zaman zaman bir heavy metal videosu gibi görünüyor. bir noktada spartalılar düşmanın üzerine atıldıklarında kulağınıza gelen sesler de bu izlenimi destekliyor., spartalıların kendisi kadar acımasız, şiddetli bir testosteron seli üzerinize boşalıyor. sanki müzik biraz fazla abartılmış gibi, özellikle de dalgalanan arpa tarlalarının ortasındaki gladyatör'vari dövüş sahnelerinde. ayrıca snyder'ın ağır çekim kullanmaktan hoşlandığını da anlamış oluyoruz, dövüş sahnelerinde sakin sakin dövüşenleri taramaktansa aksiyonun hızını bir düşürüp bir yükseltiyor. idareli kullanıldığında oldukça keyif veren bu teknik filmin ortalarındaki hareketli sahnelerde haddiden fazla kullanılarak bir tür alışkanlığa dönüşmüş.

snyder filmin yüksek testosteron seviyesini bir parça dengelemek için kraliçe gorgo (lena headey) aracılığıyla filme östrojen enjekte etmiş. miller'ın çalışmasında geride duran sparta kraliçesini snyder daha da ön plana çıkarmış. kraliçenin sparta meclisine yaptığı yürek dağlayıcı konuşma, bir parça ortaokul münazaralarını anımsatsa da, en azından inandırıcı bir dille yazılmış, seyirciyi etkisi altına alan bir karakterin ağzından dökülüyor. sonuçta bunlar, leonidas ve onun spartalı savaşçıları için kolaylıkla sarf edilemeyecek sözler.

devasa bir güce sahip olan golyat'ın karşısına çıkıp ona meydan okuyan davut'un hikayesinden daha epik bir hikaye yoktur. homeros bunu biliyordu, leonidas bunu biliyordu. frank miller da biliyordu, 300'ü seyrettikten sonra siz de bileceksiniz. ama bunu önemsemeyeceksiniz, çünkü mitlerin ve epik anlatıların doğası gereği karakterizasyon ve dil hikayeye hizmet eden ikincil öğelerdir. tüm cesaret ve dik başlılıklarına rağmen spartalıların ölmesi ya da yaralanması bizim yüreklerimize dokunmaz, biz ne bu adamları tanıyoruzdur ne de onların kaderlerini önemseriz. butler'ın ifade ettiği eleme ya da onun savaşçı hünerlerine rağmen, o ve 300 adamı birer karikatür karakterden ibarettir bizim için, etrafa bağırıp çağıran, elde silah koşturan ama onları beyaz perdeden izleyenlerle bir bağ kurmakta sorun yaşayan kadim epiğin sıradan arketipleridir onlar. ne yazık ki gelmiş geçmiş en büyük hikayelerden birinin altından kalkılamamamış.

cem altınsaray
empire dergisi, mart 2007, sayı 4, issn: 1307-1300
sayfa 28-29-30

https://www.arsivsozluk.com/d/12
Devamını okuyayım...
disco
0

yurttaş kane

(bkz: citizen kane)
disco
0

Colin McRae Rally 04

Bildiğiniz gibi rally oyunlarının en önde gideni Colin McRae Rally serisi, yeni bir oyununu daha piyasaya sürdü. Bize de ne kaldı? Tabi ki incelemek, yeniden incelemek.

Oyun 4 cd olarak geliyor ve dolayısıyla da biraz yüklü bir miktar yer kaplıyor. Yükleme olayı bittikten sonra hemen oyuna dalıyoruz.

Oyundaki menüler her oyunda olduğu gibi standart şeyler. Fazladan bir "Extras" bölümü var. Bu bölümde bütün bölümlerini geçtiğiniz şehirlerin oyunun grafik motoru ile yapılmış videolarını seyredebiliyorsunuz. Oyunun asıl menüsü Championship bölümü. Her CMR oyununda olduğu gibi bütün bölümleri sırayla oynayıp bitiriyorsunuz.

Championship bölümüne girdiğimizde ilk once adımızı girerek kendimize bir slot yaratıyoruz. Sonra karşımıza arabaların olduğu menu geliyor. Arabalar 4 kategoriye ayrılmış durumda. İlk kategori 4 WD; kullanılması en kolay arabaları içeriyor, sonraki sayacağım gruplarda zorluk bir öncekine gore artıyor. Kategori arabaları; Citroén Xsara Rally Car, Subaru Imprezza WRX 44s, Ford Focus, Mitsubishi Lancer Evo VII ve Peugeot 206. İkinci kategori 2 WD; Mg Zr Super 1600, Citroén Saxo Kit Car, Ford Puma, Fiat Punto ve VW Rallye Golf. Üçüncü kategori Group B; Audi Sport Quattro Rallye, Lancia 037, Peugeot 205 Evo 2 ve Ford RS 200. Son grup olan expert'teki arabaları kullanabilmek için bütün gruplardan bir arabayla şampiyonayı bitirmek gerekiyor. O arabalar da sır kalsın :).

Oyuna simulasyon olarak bakacak olursak, bence Codemasters bu sefer hepsinden daha çok güzel bir iş çıkarmış. Oyun biraz daha zorlaşmış fakat elinizde güç geri beslemeli (force feedback) bir direksiyon varsa (Microsoft Sidewinder FF Wheel gibi, ki Microsoft Sidewinder serisini artık üretmiyor, piyasada bulursanız alın) kendinizi rallide hissetmeniz olası. Yoldaki ufacık bir çukur bile direksiyona yansıtılmış. Arabaya dış kameradan bakarsanız bir çukura girdiğinizde süspansiyon hareketiyle direksiyonun titreşiminin eş zamanda hissedildiğini görebilirsiniz.

CMR serisini bu kadar ciddiye alarak oynamak istemiyorsanız Quick Race, Rally veya Stages menülerine hemen giriş yapabilirsiniz. Stages'de kendi seçtiğiniz bir stage'i, Rally'de ise oyundan seçtiğiniz bir bölümü (tabi ki o bölüme kadar gelmiş olmanız gerek) oynayabiliyorsunuz.

Oyunda gerçekçilik açısından değişen pek birşey yok. Rally sırasında başınıza gelebilecekler bir önceki CMR ile aynı. Tek fark Codemasters'ın yeni bir hasar motoru geliştirmiş olması. Farkettim ki araba artık çok daha ince ayrıntılarla parçalanabiliyor. Hele bir de yarışa başlamadan önce hasar motorunu Hard'a getirirseniz, bir iki vuruştan sonra hasar sürüşü etkilediği için arabayı kullanmak artık çok zor hale geliyor.

Gelelim grafiklere. Oyunda yine en çok değişen nokta burası. Yapımcılar bu sefer oyunun grafiklerini farklı bir yöntemle geliştirdiler. Gerçek bir rallide arabanın içinden çekilen bir yol fotoğrafını aynı şekilde bilgisayara aktarmaya çalıştılar. Özellikle de güneşin yol üzerinde yaptığı değişiklikler (mesela tozlu bir yolda sapsarı gözükmesi ve gözünüzü alması gibi) oyuna aynen yansıtılmış. Her CMR serisinde olduğu gibi en çok gelişme gösteren şey arabaların grafikleri. Her seferinde bir kaç yüz polygon fazla çizmeye özen gösteren Codemasters arabaları gerçekten şahane yapmış. Grafik açısından halen tek gelişme göremediğim taraf çevre grafikleri. Özellikle de tek tük ağaç yerleştirdikten sonra arkasına konulan duvar gibi bir resim atmosferi yarıya düşürüyor desem yalan olmaz. 4. oyunda da buna bir çare bulamadılarsa diyecek pek birşeyim yok.

Gördüğünüz gibi herşey ortada. Yeni bir CMR oyununun daha sonuna geldik. Ben bir yarış sever olarak herkeze tavsiyem bu oyunu arşivinizde bulundurmanız. Halen almadınızsa bence şimdiden CD'cinizin yolunu tutun. İyi oyunlar.

Doğcan Bıçakçı
TrGamer – 03.06.2004

https://www.arsivsozluk.com/d/8
Devamını okuyayım...
disco
0