yıllarboyu tarih dergisi, mayıs 1978 tarihli 2. sayısında, sadi koçaş tarafından aşağıdaki yazı yazılmıştır.

Konferans 18-24 Nisan 1955'te yapıldı. Amaçlarının, dünyada ağırlık kazanmak olduğu açıklanmıştı.

Türkiye'yi Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı fatin rüştü zorlu başkanlığında bir heyet temsil ediyordu. Sayın Zorlu yaptığı konuşmada:

"Özellikle komünizm tehlikesi' üzerinde durmuş ve tarafsızlık politikasını kınamıştı. "Tarafsızlık politikasının doğuracağı sonuçlara bir örnek olarak, iyi niyetli fakat zorla yanlış yola sürüklenen çekoslavakya'yı göstermiş ve orta yol politikasının aynı sonucu doğuracağını belirtmişti. Ayrıca: "Hürriyet, istiklal ve barış hiç bir gayret sarf etmeden elde edilen nimetler değildir. Başarılması ve savunulması ağır sorumluluklar yükleyen ideallerdir. Bu gerçekleri idrak edemeyen zayıf bir karşı koyma ve tehlikeye göz yumarak güvenliğin elde edilebileceğini sanma, bütün bu bağımsızlar topluğunu tehlikeye düşürecek bir tutum olur. nato, balkan paktı, Türk-Pakistan, Türk-iran ve güney doğu asya savunma paktı gibi örgütlerin sebebi, başkalarının saldırma tehlikesidir. Eğer bu gün barış ve güvenliğin sağlanacağı ümidine sahipsek. bu, birlik ve hürriyeti seven insanların işbirliği ile sağlanan kuvvetin, tecavüzlerin başarıya ulaşamayacağını göstermesindendir ” demişti.

Siyasi komite toplantılarında Türkiye'nin de bulunduğu ırak ve pakistan grubuyla, hindistan'ın önderlik ettiği çin halk cumhuriyeti ve Mısır arasında geniş görüş ayrılıkları çıkmıştı. Birinci gruba 12, ikinci gruba 11 devlet dahildi. colombo konferansı devletlerinden Pakistan ve Seylan birinci, Hindistan, Birmanya ve Endonezya ikinci gruba dahildi. Arap devletleri ikiye bölünmüşlerdi. Irak, Ürdün, lübnan ve libya birinci, Mısır, suudi arabistan, Suriye ve Yemen ikinci grupla beraberdi.

Konferansta en çok dikkat çeken husus, Türkiye ile Hindistan arasında geçmişti. Bu gün buna bir nevi "Üçüncü Dünyanın Liderliği Mücadelesi” bile diyebiliriz. Nehru çok sert bir konuşma ile Fatin Rüştü Zorlu'ya cevap vermiş, "NATO, sömürgeciIiğinden kudretli koruyucularından biridir” (2) demişti.

Türkiye ise, tarafsızlık politikasının karşısına çıkmış, bırakın liderlik mücadelesini, böyle bir grubun doğmasını önlemeye çalışmıştır. Bu tutum konferansa katılan üyelere "Türkiye Batı'nın savunucusudur” izlemini vermişti. Ve bu ülkelerin gözünde Batı, haklı olarak, sömürgeciliğin ta kendisiydi. Bu yüzden üçüncü Dünya Devletleri, Türkiye'nin tutumundan memnun olmamışlardı. Bandung konferansından sonra, "Üçüncü Dünya” devletlerinin en etkilileri üzerinde, o zamana kadar ki saygınlığımızı kaybetmiştik. (2)

Bu işin iç yüzü daha sonra anlaşılmıştır. 1950 malî yılı bütçesi görüşüIürken, Zorlu söz almış ve "Bize düşen görev açıktı. Biz Bandung'a son dakikada dostlarımızın ricası üzerine gittik. Ve o politikayı savunduk" demiştir. Sanırım bu özrümüz, (varsa) kabahatimizden daha büyüktü.

Bandung sonrasında bu devletler bir örgütleşmeye gitmemekle beraber, Birleşmiş Milletler'de yeni ve etkili bir blok oluşturmuşlardır. Biz de doğal olarak bu bloka katılmakla beraber, yıllarca onların içinde Batı'yı savunmaya, batının sözcüsü gibi harekete devam ettik. Buna karşın, grupla hiç ilgisi olmayan bir tarafsız Avrupa ülkesi, Yugoslavya, sanki bir Asya ya da Afrika ülkesi gibi grup içinde etkili olmaya, hatta grubun lideri durumuna gelmeye gayret etmiş ve bir ölçüde de başarılı olmuştur.

Bir süre sonra, Başbakan adnan menderes, bir yabancı Basın Ajansına: "Bugüne kadar örnekleri ile görmüş bulunuyoruz ki, Sovyetlerin ileri sürdükleri Coexistence pacifigue) nazariyesi bizim anladığımız anlamda (yani milletlerin ve devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaları, herkesin hak, hürriyet ve istiklaline ve toprak bütünlüğüne tam bir riayet içinde) bir barış ve geçim rejimi değil, bir milletin ötekine hâkim olması karşısında, tahakküme maruz kalanların buna katlanması şeklinde oluşmaktadır. Bu vaziyette ya tabi olmak, yahut da kendimizi savunmaya kararlı olmak şıklarından birini seçmek zorunluğu vardır. Tarafsızlık diye üçüncü bir şık yoktur." (3) demiştir.

Bu sözlerden anlaşıldığına göre, o zaman bile "üçüncü Dünyanın müstakbel gücünü görememiş, kabul etmemiş ve "Üçüncü Dünya” da -liderlikten vazgeçtik- sözü geçen bir devlet olma olanağı da bu suretle kaybedilmiştir.

ve cezayir

bu konuda kaçırdığımız ikinci bir fırsat daha vardır. 1955 yılında birleşmiş milletler genel kurulu'nda cezayir sorununun gündeme alınması, asya-afrika grubu tarafından istenirken, biz nato üyeliği hatırı için, aksi oyu kullandık.

Halbuki aynen bizim gibi NATO ve Balkan Paktı üyesi olan, Asya ve Afrika'Iılıkla hiç ilgisi bulunmayan ve tarihi boyunca Batı'nın himayesi ile yaşamını sürdüren Yunanistan, Asya ve Afrika devletleriyle beraber oy kullanmıştı.

1957 de Birleşmiş Milletlerde yine Asya ve Afrika grubu tarafından yapılan Self-Determinasyon teklifinde de çekimser oy kullandık. 1958 de aynı tutumda ısrar ettik. Zorlu, 1959
başında yaptığı bir konuşmada: Cezayirlilerle Fransa'nın
aralarındaki bu meselenin müzakereler yolu ile dostane bir
şekilde halledilmesini temenni etmekteyiz” (4) demiştir. Bu söz, yani Fransa'nın desteklenişi, bize "Üçüncü Dünya'nın sözü geçen üyesi olmak olanağını bir kez daha kaybettirmiştir.

işte sanırım, inönü'nün "NATO'ya girişimizden sonra izlediğimiz dış politika, yıllar yılı düşündüğümüzün tam tersi idi. Kraldan çok kral taraftarı olduk.” deyişinin nedenleri bunlardı.

sonuç

1965 yılında Kıbrıs politikamızı Arap devlet başkanlarına ve kamularına anlatmak ve Birleşmiş Milletler'de desteklerini sağlamak için gittiğimizde hatalarımız hep yüzümüze vurulmuştur. Sadece 27 Mayıs'tan sonra bunları telafi etmeye çalıştığımızdan başka bir şey söylememişizdir. (5)

Daha sonra Kıbrıs konusu Birleşmiş Milletler'de görüşülürken Üçüncü Dünya'nın çoğunluk oylarını kaybedişimizin nedenleri, bizim yıllarca ektiğimiz yanlış tohumların ürünü idi. üstelik körü körüne desteklediğimiz Batı'lı devletlerin çoğu da, cezayir meselesini kendilerine karşı oy kullanan yunanistan'ı bize tercih etmişlerdi.

Bibliyoğrafya:
(1) cevat şakir kabaağaçlı
(2) olaylarla türk dış politikası 1974 ankara. siyasal bilgiler fakültesi yayınları no:279 (3. baskı) sayfa 294-295
(3) a.g.e. sayfa 296
(4) a.g.e. sayfa 339
(5) atatürk'ten 12 mart'a, sadi koçaş, 1977 cilt 3, türk-arap ilişkileri

kaynak:
sadi koçaş
yıllarboyu tarih dergisi, mayıs 1978, sayı:2, sayfa 10-11
https://www.arsivsozluk.com/d/51
Devamını okuyayım...
disco
0