hayalet sürücü, ülkemizde pek tanınmasa da, kapıkule'nin dışarısında büyük hayranlıkla takip edilen bir marvel çizgi romanı. konsept olarak herhangi enteresan bir tarafı yok: kafası alevli meyve tabağına benziyor, sırtına astığı ve kement gibi kullanabildiği bir zinciri var, bir de "kefaret bakışı" diye bir numarası, hepsi o... ulaşım aracı olarak ise mefisto sponsorluğunda bindiği cehennem motosikletini kullanıyor.
film, daha başından aksamaya, özellikle johnny blaze'in (nicolas cage) mefisto'ya (peter fonda) ruhunu satmasına kadar geçen sürede tüm hollywood klişelerini kullanmaya başlıyor. yönetmen, johnny ile roxanne simpson'ın (eva mendes) imkansız aşkını o kadar basmakalıp anlatıyor ki, kendinizi filmin ilk 15-20 dakikası geçsin diye yalvarırken buluyorsunuz. düşünsenize: kavuşması imkansız aşıkları, kavuşamayacaklarını anlayacakları ana kadar geçen sürede, genişçe bir ovadaki eski bir ağacın altında buluşturmak, öpüştürmek, bununla da kalmayıp ekolojik dengeyi hiçe sayarak ağaca "j&4 forever" kazıtmak da ne oluyor acaba? sinemanın bu dili çoktan aştığını düşünüyorum.
film, her şeyiyle bir klişe-film, orası kesin. senaryo on binlerce kere tekrarlanmış basit bir matematiği tekrar etmekten başka hiçbir şey yapmıyor. johnny blaze'in küçüklüğünden beri heyecana ve üne tutkun bir motosiklet sevdalısı olması, bunu yaparken işin şov kısmını abartması ve sahnedeki bir taş parçasına çarpıp tökezlemesi, babasının ona kızması "hiç öğrenemeyeceksin, değil mi?" tarzındaki konuşması... bunları filmin ilk saniyelerinde tahmin edip ilerleyen dakikalarda izlemek kadar can sıkıcı bir şey olamaz herhalde.
sonra mefisto geliyor. onun gelişi bile ayrı bir klişe unsuru: babasının kanser olduğu haberini alan johnny blaze, ilk iş olarak hastaneye gitmek yerine, motorunun balatasıyla cıvatasıyla uğraşmayı uygun buluyor. bu sırada içeri destursuz giren mefisto'dan (ki arkasında şimşekler çakan, simsiyah giyinmiş bir peter fonda'yı yolda görsem korkarım) korkmaması "söyle bakalım ihtiyar" diye yaklaşması, daha da düşündürücü. son bir detayı da atlamamalı: mefisto yürürken bir anda çakan bir şimşek, duvara gölgesini düşürüyor. o gölgeninde eciş bücüş bir yaratık halinde olduğunu, bunu murnau'nun 1922 senesinde keşfettiğini ve artık sadece b filmlerinde kullanılan bir numara olduğunu da belirtmek gerekiyor.
b filmi demişken, her ne kadar gerçekte öyle olmasa da, ya da öyle olması amaçlanmamış olsa da, filmin üzerine yapışmış bir b filmi havası var. perdede gördüğümüz şeyler ucuz numaralar, johnny-roxanne aşkı dahi yıllar öncesinde kalmış gibi duruyor, oyunculuklar da bir o kadar yavan; dolayısıyla film, o b filmlerine has havaya sahip oluyor bir şekilde. "120 milyon dolar bütçeli b filmi mi olurmuş?" demeyin, oluyormuş.
en kötü filmin dahi iyi bir yanını yakalamak elzemdir hani, hayalet sürücü için de bunu yapacağız. kadroda, gerek rolüyle, gerekse de oyunculuğuyla diğer herkesi ezen, nicolas cage'e ve peter fonda'ya nal toplattıran, sonlara doğru gerçek yüzünü görüp iyice hastası olduğumuz bir isim isim var: sam elliott, namıdiğer "caretaker". filmin, yapımcılarının da olmasını arzuladığı o western'e yaklaşan bel kemiği rolünde, bu kovboy filmlerinden fırlamış, şapkalı, sakallı, mezarcı bir karakter var. sam elliott, "ne varsa eski topraklarda var" savını kanıtlarcasına, bunca yıldız ismin arasından öyle bir parlamış ki, nicolas cage'in dikkatle izleyip bir çizgi roman uyarlamasında nasıl rol kesmesi gerektiğini öğrenmesi gerekiyor bu ağabeyinden. hem, caretaker'ın atı johnny blaze'in cehennem motosikletinden çok daha havalı.
yapımcılar, böylesine klişe ve yavan bir hayalet sürücü uyarlaması yerine, hikayenin caretaker tarafını çekmeyi düşünseler daha iyi olur. düşünsenize: mefisto'ya dahi meydan okuyan, atıyla cümle aleme korku salan bir sam elliott, çok daha çekici olmaz mıydı?
karar: nicolas cage ve peter fonda'nın yüzü suyu hürmetine izleriz diye düşünüyorduk, sam elliott bizi ters köşeye yatırdı.film iki yıldız aldıysa bir tanesi de bu ağabeyin hatrınadır, biline...
serkan mutlu
empire dergisi - mart 2007 - sayı: 4 issn: 1307-1300
sayfa 32-33
https://www.arsivsozluk.com/d/27
Devamını okuyayım...film, daha başından aksamaya, özellikle johnny blaze'in (nicolas cage) mefisto'ya (peter fonda) ruhunu satmasına kadar geçen sürede tüm hollywood klişelerini kullanmaya başlıyor. yönetmen, johnny ile roxanne simpson'ın (eva mendes) imkansız aşkını o kadar basmakalıp anlatıyor ki, kendinizi filmin ilk 15-20 dakikası geçsin diye yalvarırken buluyorsunuz. düşünsenize: kavuşması imkansız aşıkları, kavuşamayacaklarını anlayacakları ana kadar geçen sürede, genişçe bir ovadaki eski bir ağacın altında buluşturmak, öpüştürmek, bununla da kalmayıp ekolojik dengeyi hiçe sayarak ağaca "j&4 forever" kazıtmak da ne oluyor acaba? sinemanın bu dili çoktan aştığını düşünüyorum.
film, her şeyiyle bir klişe-film, orası kesin. senaryo on binlerce kere tekrarlanmış basit bir matematiği tekrar etmekten başka hiçbir şey yapmıyor. johnny blaze'in küçüklüğünden beri heyecana ve üne tutkun bir motosiklet sevdalısı olması, bunu yaparken işin şov kısmını abartması ve sahnedeki bir taş parçasına çarpıp tökezlemesi, babasının ona kızması "hiç öğrenemeyeceksin, değil mi?" tarzındaki konuşması... bunları filmin ilk saniyelerinde tahmin edip ilerleyen dakikalarda izlemek kadar can sıkıcı bir şey olamaz herhalde.
sonra mefisto geliyor. onun gelişi bile ayrı bir klişe unsuru: babasının kanser olduğu haberini alan johnny blaze, ilk iş olarak hastaneye gitmek yerine, motorunun balatasıyla cıvatasıyla uğraşmayı uygun buluyor. bu sırada içeri destursuz giren mefisto'dan (ki arkasında şimşekler çakan, simsiyah giyinmiş bir peter fonda'yı yolda görsem korkarım) korkmaması "söyle bakalım ihtiyar" diye yaklaşması, daha da düşündürücü. son bir detayı da atlamamalı: mefisto yürürken bir anda çakan bir şimşek, duvara gölgesini düşürüyor. o gölgeninde eciş bücüş bir yaratık halinde olduğunu, bunu murnau'nun 1922 senesinde keşfettiğini ve artık sadece b filmlerinde kullanılan bir numara olduğunu da belirtmek gerekiyor.
b filmi demişken, her ne kadar gerçekte öyle olmasa da, ya da öyle olması amaçlanmamış olsa da, filmin üzerine yapışmış bir b filmi havası var. perdede gördüğümüz şeyler ucuz numaralar, johnny-roxanne aşkı dahi yıllar öncesinde kalmış gibi duruyor, oyunculuklar da bir o kadar yavan; dolayısıyla film, o b filmlerine has havaya sahip oluyor bir şekilde. "120 milyon dolar bütçeli b filmi mi olurmuş?" demeyin, oluyormuş.
en kötü filmin dahi iyi bir yanını yakalamak elzemdir hani, hayalet sürücü için de bunu yapacağız. kadroda, gerek rolüyle, gerekse de oyunculuğuyla diğer herkesi ezen, nicolas cage'e ve peter fonda'ya nal toplattıran, sonlara doğru gerçek yüzünü görüp iyice hastası olduğumuz bir isim isim var: sam elliott, namıdiğer "caretaker". filmin, yapımcılarının da olmasını arzuladığı o western'e yaklaşan bel kemiği rolünde, bu kovboy filmlerinden fırlamış, şapkalı, sakallı, mezarcı bir karakter var. sam elliott, "ne varsa eski topraklarda var" savını kanıtlarcasına, bunca yıldız ismin arasından öyle bir parlamış ki, nicolas cage'in dikkatle izleyip bir çizgi roman uyarlamasında nasıl rol kesmesi gerektiğini öğrenmesi gerekiyor bu ağabeyinden. hem, caretaker'ın atı johnny blaze'in cehennem motosikletinden çok daha havalı.
yapımcılar, böylesine klişe ve yavan bir hayalet sürücü uyarlaması yerine, hikayenin caretaker tarafını çekmeyi düşünseler daha iyi olur. düşünsenize: mefisto'ya dahi meydan okuyan, atıyla cümle aleme korku salan bir sam elliott, çok daha çekici olmaz mıydı?
karar: nicolas cage ve peter fonda'nın yüzü suyu hürmetine izleriz diye düşünüyorduk, sam elliott bizi ters köşeye yatırdı.film iki yıldız aldıysa bir tanesi de bu ağabeyin hatrınadır, biline...
serkan mutlu
empire dergisi - mart 2007 - sayı: 4 issn: 1307-1300
sayfa 32-33
https://www.arsivsozluk.com/d/27